Abdurrahmân-i Tâğî (k.s) edep hakkında şöyle diyor:
-Edep üç kısımdır.
Birincisi; mürid tarafından gönüllü olarak meydana getirilen. Şöyle ki; Allah için olmayıp desinler diye yapılan edep. Böyle edeb makbul değildir, şeriat´a zıttır.
İkincisi; yine müridin, başkalarını da kendisine tabi ederek şeyhine hürmet ettirmesidir. Bu ikinci kısmı şer´an kötü değil. Bazı meşayıh bu durumu da kabul etmemişlerdir.
Üçüncüsü; mürid şeyhinin büyüklük ve kemâlâtı karşısında kendi acziyet ve fakirliğini idrak ederek üstadından himmet ve yardım diler .Üstada karşı yapılacak bir kusurdan dolayı helake gideceğine inanır. Bu son kısım edeb ehli şeriat´ın ve büyüklerimizin en makbul olanıdır.
Abdurrahaman-ı Tâği (k.s) diyor: Üstad´ın rahatsız olmaması için alınacak önlemler edebtendir. İsterse halk bunu hoş karşılamasın. Ben Gavs (k.s) ile yolda giderken konuşmak istediğimde, bana dönüp bakmaya ihtiyaç bırakmayacak kadar önüne geçerdim.
Abdurrahmân-i Tâğî (k.s) diyor:
Eğer sünnete uymak istiyorsanız, namaz safında iken bana edeb takınmaya kalkışmayın. Namaz bittikten sonra, tesbihatı da yapmadan edeb için benden geriye çıkmayınız.* Sonra ben cemaat arasında bulunuyorum diye imam mihrabı bırakıp cemaatın içerisine oturmasın.
Abdurrahmân-i Tâğî (k.s) diyor: Mürid herkese karşı edebil olmalıdır. Şeyhine karşı edebli davranmasının sebebi şudur; şeyh mutlak fena makamındadır. Her türlü varlığa karşı edebli olmaktan maksat şudur: Bütün varlıkları yaratan Cenab-ı Hak´tır. Varlık ise Cenab-ı Hakk’ın sıfatıdır. Mürid şeyhinin emir ve görüşlerine karşı gayet ince bir ruhla itina göstermelidir.
Mürşid, müridine dese ki: Git falan beldeden bana istediğimi getir. Mürid bu isteği yerine getirmek için yolda mürşidinin arzusunu elde edip geri dönse o mürid zarar etmiştir. Çünkü; mürşid, müride ne istediğini ve nereden alması gerektiğini belirtmiştir. Verilen emir ve vazifeleri eksiksiz olarak yerine getirmelidir.
Abdurrahmân-i Tâğî (k.s) ile bir gün bir beldenin medresesinde idik. Üstad bana dedi: Bir kaç talebeye tarikat dersi ver. Ben Üstad´a haber vermeden başka talebelere de tarikat dersi verdim. Bunu duyunca Abdurrahmân-i Tâğî (k.s) bana dedi: Senin tekrar izin almadan tarikat talimatı vermen caiz değildir.
Mürid, üstadından tahsil edip öğrendiği şeyleri faydalı görmese, üstelik de bu bilgiler ile amel edip neticesinden de zarar etse, yine şöyle inanmalıdır: Üstadımın emrini tutmasaydım imanım gidecekti.
Bir mürid için en güzel ve etkili olan terbiye, mürşidinden öğrendiği terbiyedir. Buna şöyle misal getirdi:
-Bakınız, benim kızım yalnız annesinden aldığı terbiye ile yetiniyor. Halbuki başkalarından da terbiye alsa kızım için iyi olacak; ama kabul etmeyip şöyle diyor: Benim için annemden alacağım terbiye yeterlidir. Başkalarının terbiyesine lüzum görmüyorum."
Abdurrahmân-i Tâğî (k.s) diyor: Mürid intisab yıllarının ilkinde hüzün ve sevinci beraber yaşar. Sonraları "kabz-ı bast", (darlık) (kapalılık) ve genişlik (açıklık) hallerini beraber yaşar.
Müridin üzerinde böyle haller vuku bulduğu an dikkatli olması lazımdır. Çünkü; müridin kalbine birtakım havatır ve vesvese duyguları gelir. Mürid bu duyuları doğrudan şeyhine söylemelidir. Başka kimseye söylememesi gerekir.