Abdurrahmân-i Tâğî (k.s), amelleri teşvik mahiyeti taşıyan bir sohbetlerinde emir mahiyetinde şöyle buyurdular:
"Farz namazlarınızı vaktinde cemaatle kılınız, sünneti terk etmeyiniz. Akşam namazından sonra yatsı namazına kadar rabıta yapınız, Bu rabıta esnasında gaflette olsanız, rabıtayı kuramazsanız gözleriniz kapalı olarak o vakti değerlendirin, rabıtanızı bırakmayın. Gözlerini açmayın.
Bilhassa sabah namazlarından sonraki amellerinizi terk etmeyin. Her türlü meşguliyette ve kalabalıkta amellerinizi terk etmeyiniz. Gaflet ehli kişilerin arasından alınan nisbet azdır. Ama sahibine mülk olur.
Bu sıddıkıye tarikatında halvete girmek yoktur. Halvette şöhret vardır. Şöhret ise afettir. Bu tarikatın gaye ve maksadı müride varlığı terk ettirmektir. Halvette yapılan zikirde olur ki kişide benlik duygusu daha çok galebe çalar.
Yatsıdan sonra lambaları söndürün ve konuşmayın veya emredilen amellerinizle meşgul olun.
Sıddıkiye tarikatına mensub olan kişiler dünya zengini olanlara karşı muhtaç olmadıklarını göstermek için onlara karşı gayet onurlu davranarak onlara muhtaç olmadıklarını göstermelidir.Buna karşılık kendilerine muhtaç olan ihtiyaç sahiplerine karşı mütevazi davranıp kendisini onlardan aşağı göstermelidir.
Tabiatında kibirlilik bulunanları tevazuya yönlendirilmeli, tabiatında aşırı tevazu bulunanları da izzeti nefs sahibi gibi biraz davranışlarını düzeltmelidir.
Sûfi kalbini bazı zaman mürşid rabıtası ile bazı zamanda muhabbet, şevk ve zikri celâle ayırmalıdır. Bazen da kıdem rabıtası yapmalıdır.
Rabıta ve zikri, mürid şöyle yapar:
Mürid mahlukatın varlığına bakmaz, ancak Cenab-ı Hak´kın varlığına birliğine bakar. Ayrıca Allah´ın sıfatlarını düşünmeden yalnız zatını düşünmelidir. Çünkü bu sıddıkiye tarikatı Zat-ı muhabbetten ibarettir, bu vesile ile sıfatların seyri aşılmıştır.
Mürid rabıta yaparken kendisinde saygı uyandıran birşey düşünmelidir. Değilse rabıtanın bir faydası olmaz.
Mürid kalbinden vesveseyi silmek için mücadele etmelidir. Bu konudaki virdi "La Maksûde illellâh´ bize göre (Abdurrahmân-i Tâğî (k.s))"seyri sülukun en önemli yeri letaiflerin seyri-dir."
Nefy-i isbat ise, başlı başına bir maksat olarak değil de " Celâl" zikri vasıtasıyla vahdeti tahsil etme aracı olarak görüyorum. Oysa bizim tarikimizden bazı büyükler nefy-i isbatı böyle kabul etmezler. Umulur ki böyle bir yol ile gidilirse, kalbin gafil kalacağı boş bir zaman yoktur.
Bir mürid bir iş yapacağı zaman veyahut uyuyacağı zaman işin başında ve bir de sonunda rabıta kursa orada geçen uyku ve gaflet gibi zamanlar da da rabıta kurmuş gibi sayılır.
Müridin gaye ve maksadı saliklik ismi ile aldanmak değil, benlikten sıyrılıp fenaları elde etmek olmalıdır.
Seyyid Tâhâ (k.s) şöyle diyor:
"Kendini beğenmişliğin ve riyakarlığın bu tarik-ı Nakşibendî de yeri yoktur. Böyle duygulara kapılan kimseler Nakşibendî değildir. Nakşibendî olan kimse nefsinin arzularına uymamalıdır. Çünkü nefsin arzusu sahibini yoldan çıkartmaktır. Riyazet yapmak bizim tarikatımızda yoktur. Çünkü riyazat yolu uzatır. Bizim gayemiz ise yolu kısaltmaktır."