buharalıbilvanisli.com
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

buharalıbilvanisli.com

Sofilerin Buluşma Noktası Buhara
 
AnasayfaAnasayfa  GaleriGaleri  Latest imagesLatest images  AramaArama  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  
buharalıbilvanisli.com Son Konular
KonuYazanGönderme Tarihi
Salı Şub. 08, 2011 11:13 am
Cuma Ocak 28, 2011 9:56 am
Salı Ocak 11, 2011 10:43 pm
Salı Ocak 11, 2011 10:41 pm
Çarş. Ocak 05, 2011 8:01 am
Çarş. Ocak 05, 2011 7:57 am
Çarş. Ocak 05, 2011 7:40 am
Salı Ocak 04, 2011 6:58 pm
Salı Ocak 04, 2011 6:32 pm
Salı Ocak 04, 2011 6:32 pm
Salı Ocak 04, 2011 9:37 am
Ptsi Ocak 03, 2011 7:15 pm
Ptsi Ocak 03, 2011 7:02 pm
Ptsi Ocak 03, 2011 6:55 pm
Ptsi Ocak 03, 2011 6:43 pm
Ptsi Ocak 03, 2011 6:27 pm
Perş. Ara. 30, 2010 10:23 am
Perş. Ara. 30, 2010 8:27 am
Paz Ara. 26, 2010 2:53 pm
Paz Ara. 26, 2010 2:43 pm
Cuma Ara. 24, 2010 8:11 pm
Cuma Ara. 24, 2010 1:34 pm
Cuma Ara. 24, 2010 8:50 am
Perş. Ara. 23, 2010 1:19 pm
Perş. Ara. 23, 2010 8:12 am
Similar topics

     

     Padişah ve Câriye

    Aşağa gitmek 
    2 posters
    YazarMesaj
    haydarı kerrar

    haydarı kerrar


    Mesaj Sayısı : 355
    Kayıt tarihi : 02/07/10
    Nerden : ANKARA

    Padişah ve Câriye Empty
    MesajKonu: Padişah ve Câriye   Padişah ve Câriye Icon_minitimeSalı Ağus. 24, 2010 10:20 am

    Padişah ve Câriye
    Çok eski zamanlarda bir padişah vardı. Dünyada padişah olduğu
    gibi, mânevî yönden de çok üstün bir kişiliğe sahipti.
    Padişah bir gün, atına binerek bazı yakınlarıyla ava çıktı.
    Yolda giderken bir câriye gördü. Görür görmez âşık oldu. Bir
    kuş kafeste nasıl çırpınırsa padişahın ruhu da beden kafesinde
    öyle çırpınmaya başladı. Parasını vererek cariyeyi satın aldı.
    Padişah arzusuna kavuştuğu için mutluydu, fakat kader bu ya,
    câriye hastalandı. Padişah batıdan, doğudan, kısacası her
    taraftan hekimleri bir araya getirdi. Onlara,
    ''Her ikimizin canı da sizlerin ellerinde. Onsuz hayatımın
    hiçbir önemi yok. Çünkü hayatımın canı odur. Dertliyim,
    yaralıyım, hastayım, ama dermanım o. Kim benim canıma derman
    bulur, iyileştirirse inci ve mercan hazinemi ona vereceğim.''
    Hekimler,
    ''Bu uğurda canımızı feda edercesine çalışalım. Aklımızı,
    tecrübemizi ve bütün hünerlerimizi bir araya getirelim.
    Beraber düşünelim, tedaviyi beraber yapalım. Her birimiz
    hastalıkların tedavisinde, bu zamanın İsâ'sıyız. Elimizde her
    derdin merhemi vardır'' dediler.
    Gurura kapılarak, her şeyin kendi ellerinde olduğunu sandılar.
    ''İnşâllah iyi ederiz'' demediler. Bu nedenle Hak Teâlâ onlara
    insanların âciz olduğunu gösterdi. Hekimler ne ilâç
    verdiyseler, tedavi için ne yaptıysalar da hasta iyileşmedi.
    Aksine hastalığı arttı.
    Bu arada zavallı câriye günden güne eridi, kıl gibi inceldi.
    Padişahın ise gözlerinden de ırmaklar gibi yaşlar akıyordu.
    Padişah hekimlerin bu hastalık karşısında âciz kaldıkların
    görünce yalınayak doğru mescide koştu.
    Mihrabda secdeye kapandı. Secde ettiği yer göz yaşlarıyla
    sırılsıklam ıslandı. Padişah Hakk'ın huzurunda kendini
    kaybetti. Bir müddet sonra, battığı yokluk denizinden çıktı.
    Kendine geldi. Güzel bir dille Allah'a hamdetmeye ve dua
    etmeye başladı.
    ''Ey en az bağışı dünya mülkü, dünya padişahlığı olan Allahım!
    Ben ne söyleyeyim? Sen zaten gizlediklerimizi de bilirsin. Ey
    Allahım! Bütün arzu ve isteklerimizde sana sığınmamız
    gerekirken, biz yine yolumuzu şaşırdık. Bir câriyeye gönül
    verdik. Hastalanınca da, sen varken hekimlere başvurduk. Gerçi
    sen, .Ey kulum, ben senin gizlediğin bütün sırları bilirim ama
    sen yine onları dile getir, meydana dök' buyurdun.''
    Padişah canı gönülden yalvararak coşkuyla dua edince; Allah'ın
    lutuf ve bağışlama denizi de coştu, köpürdü.
    Padişah göz yaşları içerisinde ağlayarak yalvarırken bir ara
    kendinden geçti. Uykuya daldı. Rüyasında bir pîr gördü. O pîr
    padişaha, ''Ey padişah! Sana müjdeler olsun, dileğin kabul
    olundu. Yarın sana garip kılıklı, çok değerli bir hekim
    gelecek. Hekimlikte çok bilgilidir. Doğru, emniyetli ve
    güvenilir bir kişidir. Onun vereceği ilâç, hiçbir sihrin tesir
    etmeyeceği bir sihir gibidir'' dedi.
    Padişah, rüyasında kendisine söylenen zatı, pencere önünde
    beklemeye başladı. Gölge içinde güneş gibi parlayan bir zat
    gördü. Faziletli, hünerli, bilgili birine benziyordu. Bir
    görünür, bir görünmez gibiydi. Sanki bir hayal, hem vardı hem
    yoktu.
    Kapıyı açmak için görevlilerden önce kendisi koştu. Ötelerden
    gelen misafirini karşıladı. Padişah da misafir de ayrı ayrı
    vücutlarda tek bir ruh ve birbirini tanıyan birer mâna denizi
    gibiydiler. İki can birbirini kavuşmuş, birleşmiş, bir olmuştu
    sanki. Padişah, ''Benim asıl sevgilim câriye değil senmişsin.
    İşte Allah'ın hikmeti; dünyada işten iş çıkar, sebeplerden
    sebep doğar'' dedi.
    Padişah kollarını açıp, o ilâhî hekimi kucakladı. Aşk gibi onu
    gönlüne, ta canının içine soktu.
    Buluşma, ağırlama, hatır sorma ve yemek gibi işler bitti.
    Sonra padişah hastanın ve hastalığın durumunu anlatarak onu
    hasta câriyenin yanına götürdü. Hekim hastanın yüzüne baktı,
    nabzını dinledi. Hastalığının belirtilerini sordu, sebeplerini
    dinledi. ''Diğer hekimlerin yaptığı tedaviler faydalı olmamış,
    iyi edeceklerine hastalığını artırmışlar'' dedi.
    Hekim hastalığın ne olduğunu anlamıştı, fakat padişaha
    söylemedi. Hüznünün ve üzüntüsünün çokluğundan câriyenin gönül
    hastası olduğunu tesbit etti. Hastanın bedeni sağlam, yaralı
    olan gönlüydü. Sonra şöyle dedi:
    ''Sarayı boşalt, içeride kimseler kalmasın. Köşede bucakta
    bizi kimse dinlemesin. Hastaya soracağım bazı sorular olacak.
    Alacağım cevaplara göre tedavimi belirleyeceğim.''
    Hekim istediği gibi hastayla baş başa kaldı. Yavaşça yanına
    yaklaşarak tatlı ve yumuşak bir sesle,
    ''Nerelisin? Memleketini bilmem gerek. Çünkü her memleketin
    ilâcı başka başkadır. Memleketinde akrabalarından kimler var?
    Kime yakınsın? Özlediğin arkadaşların var mı?'' diye sordu.
    Hekim elini kızın nabzına koymuştu. Soru sorarken bir yandan
    da nabzını kontrol ediyordu.
    Câriye; evine, efendilerine, hemşehrilerine ait olayları bir
    bir anlatıyor, başından geçenleri hikâye ediyordu.
    Hekim bir taraftan câriyenin anlattıklarını dinliyor, diğer
    taraftan nabzının atışına dikkat ediyordu.
    Hastanın nabzını tutmaktan maksadı; konuşma sırasında hangi
    isim geçtiğinde câriyenin nabzının hızlanacağını tesbit
    etmekti. Çünkü câriyenin nabzını hızlandıracak olan isim, onu
    sevgi uğruna yataklara düşüren kişinin de kim olduğunu ortaya
    çıkaracaktı. Hekim,
    ''Kendi memleketinden nasıl çıktın? Daha önce hangi şehirde
    idin?'' diye sordu. Câriye bir şehir adı söyledi, fakat ne
    yüzünün renginde ne de nabzında bir değişiklik oldu. Daha
    sonra sırasıyla gittiği şehirleri, orada bulunanları, oturup
    tuz ekmek yediği yerleri birer birer sayıp döktü, ancak
    durumunda bir değişiklik olmadı.
    Hekim çok hoş bir şehir olan Semerkant'tan soruncaya kadar
    câriyenin nabzı sağlıklı bir insanın nabzı gibi attı.
    Semerkant'ın adı geçince, kızın nabzının atışı hızlandı ve
    yanakları al al oldu. Çünkü o, Semerkantlı bir kuyumcuya
    âşıktı. Ondan ayrı düşmenin ıstırabını çekiyordu.
    Hekim câriyeyi yatağa düşüren derdin sebep olanını bulunca; o
    kuyumcunun şehrin hangi semtinde ve hangi mahallesinde
    oturduğunu sordu, öğrendi. Câriyeye,
    ''Senin hastalığının ne olduğunu şimdi anladım. Allah'ın
    yardımıyla seni bu hastalıktan kurtaracağım. Yalnız sakın bana
    anlattıklarını kimseye söyleme. Padişaha hiç söyleme. Gönlün
    sırlarının mezarı olsun'' diye tembihledi.
    Hastanın yanından ayrılan hekim, doğruca padişahın yanına
    vardı. Meseleyi biraz ona anlatarak,
    ''Tedavi için yapılacak olan iş, bir an önce o kuyumcunun
    buraya getirilmesidir. Hediye olarak altınlar ve süslü
    elbiseler göndererek kuyumcuyu kandır. Semerkant'tan buraya
    davet et'' dedi.
    Bunun üzerine padişah becerikli iki adamını Semerkant'a
    gönderdi. Elçiler kuyumcunun yanına varıp padişahın
    hediyelerini takdim ettiler. Ona sanatının şehirler aşarak
    herkes tarafından bilindiğini, bu nedenle padişahlarının
    kendisini kuyumcubaşı olarak sarayında görmek istediğini
    bildirdiler. Padişahlarının cömertliğini ve bol ihsanda
    bulunduğunu söylediler.
    Kuyumcu göz kamaştıran hediyelere, gururunu okşayan
    iltifatlara ve vaad edilen makamların çekiciliğine kapıldı.
    Bulunduğu şehirden ve çoluk çocuğundan ayrılarak padişahın
    sarayına geldi.
    Saraya gelen kuyumcuyu hekim karşıladı. Alıp padişahın huzuran
    çıkardı. Padişah kuyumcuya pek çok iltifat ve ihsanda bulundu.
    Altın hazinesinin sorumluluğunu ona verdi. Hekim bunun
    üzerine;
    ''Ey büyük sultan! O câriyeyi de bu kuyumcuya ver ki, câriye
    de iyileşsin'' deyince; padişah, o ay yüzlü güzel câriyeyi
    kuyumcuya bağışladı. Altı ay kadar muratlarına erdiler. Câriye
    de tamamen iyileşti.
    Daha sonra hekim kuyumcu için bir şerbet hazırladı. Kuyumcu
    şerbeti içince, günden güne erimeye başladı.
    Kuyumcu zayıflayınca, iyice çirkinleşti. Yüzü sararıp soldu.
    Kızın gönlü de ondan tamamen soğudu. Bir süre sonra da kuyumcu
    ölünce, kızın aşkı tamamen sona erdi.
    O dünyalar güzeli aşktan ve hastalıktan kurtuldu. Arınıp
    tertemiz oldu.
    ***
    Bu hikâyede geçen padişah ruhumuz, câriye nefsimiz, hekim
    mürşid-i kâmildir. Kuyumcu ise, dünya sevgisinin ve dünyalık
    arzuların sembolüdür.
    Padişah olan ruh her bakımdan üstün özelliklerle yaratıldığı
    halde, câriye olan nefse gönül vermiştir. Ruh aslının ne
    olduğunu hesaba katmadan, nefsinin esiri olmuştur. Nefis,
    yaratılışı icabı gözü aşağılardadır. Câriyenin kuyumcuya olan
    aşkı, nefsin dünyaya olan meylini sembolize eder. Ruh, nefsin
    kendisine yar olmamasından ve hastalığından dolayı üzgündür.
    Bunun için çare arar. Nefsi, birçok hekime gösterir. Nefsi
    tedavi edemeyen hekimler, sahte şeyhlerdir. Ruh becerikli ve
    mahir bir hekim arar. O da ilâhî bir yardım olarak gönderilen
    mürşid-i kâmildir. Ruh, mürşid-i kâmille karşılaşınca gerçek
    sevgilisinin o olduğunu anlar. Gönül verdiği nefsin de mânevî
    hastalıklardan kurtulmasını ister. Ruh, mürşidinin tavsiyesine
    uyarak nefsi, dünyevî arzularıyla buluşturur. Bu kavuşma,
    nefsin maddî arzulardan bıkmasını sağlar. Mürşidin verdiği
    ilâçlarla dünyevî arzular tamamen yok olur. Sonuçta dünyevî
    arzuların ve zenginliğin sembolü olan kuyumcu yok olunca,
    nefis düştüğü hatayı anlar. Şehvetten ve ihtirastan kurtulur.
    Ruha lâyık, tertemiz bir sevgili olur.
    Ruhlar âleminde mutlu bir yaşantısı olan ruhun, dünya âlemine
    geldikten sonra, maddî arzulara kapılmaktan dolayı çektiği
    ıstıraplar, uğradığı belâ ve musibetlerle birlikte, bunlardan
    kurtuluş çareleri hikâye edilmiştir.
    Sayfa başına dön Aşağa gitmek
    gül-as

    gül-as


    Mesaj Sayısı : 63
    Kayıt tarihi : 05/07/10

    Padişah ve Câriye Empty
    MesajKonu: Geri: Padişah ve Câriye   Padişah ve Câriye Icon_minitimeSalı Ağus. 24, 2010 4:15 pm

    rabbim herkese nasip etsin hekimini bulsun inşaallah..

    güzel paylaşımlar için teşekkürler hocam allah razı olsun
    Sayfa başına dön Aşağa gitmek
     
    Padişah ve Câriye
    Sayfa başına dön 
    1 sayfadaki 1 sayfası
     Similar topics
    -
    » Padişah-i Memleket Yeni resimler

    Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
    buharalıbilvanisli.com :: Tasavvufi Sohbetler :: Sadatı Nakşibendi Büyükleri :: Nakşibendi Büyüklerinin Sohbetleri :: Tasavvufi Kıssa ve Hikayeler-
    Buraya geçin: