buharalıbilvanisli.com
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

buharalıbilvanisli.com

Sofilerin Buluşma Noktası Buhara
 
AnasayfaAnasayfa  GaleriGaleri  Latest imagesLatest images  AramaArama  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  
buharalıbilvanisli.com Son Konular
KonuYazanGönderme Tarihi
Salı Şub. 08, 2011 11:13 am
Cuma Ocak 28, 2011 9:56 am
Salı Ocak 11, 2011 10:43 pm
Salı Ocak 11, 2011 10:41 pm
Çarş. Ocak 05, 2011 8:01 am
Çarş. Ocak 05, 2011 7:57 am
Çarş. Ocak 05, 2011 7:40 am
Salı Ocak 04, 2011 6:58 pm
Salı Ocak 04, 2011 6:32 pm
Salı Ocak 04, 2011 6:32 pm
Salı Ocak 04, 2011 9:37 am
Ptsi Ocak 03, 2011 7:15 pm
Ptsi Ocak 03, 2011 7:02 pm
Ptsi Ocak 03, 2011 6:55 pm
Ptsi Ocak 03, 2011 6:43 pm
Ptsi Ocak 03, 2011 6:27 pm
Perş. Ara. 30, 2010 10:23 am
Perş. Ara. 30, 2010 8:27 am
Paz Ara. 26, 2010 2:53 pm
Paz Ara. 26, 2010 2:43 pm
Cuma Ara. 24, 2010 8:11 pm
Cuma Ara. 24, 2010 1:34 pm
Cuma Ara. 24, 2010 8:50 am
Perş. Ara. 23, 2010 1:19 pm
Perş. Ara. 23, 2010 8:12 am

 

 Ömer Nesefi Akaid ders-3 Velilere İman

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
haydarı kerrar

haydarı kerrar


Mesaj Sayısı : 355
Kayıt tarihi : 02/07/10
Nerden : ANKARA

Ömer Nesefi Akaid ders-3 Velilere İman Empty
MesajKonu: Ömer Nesefi Akaid ders-3 Velilere İman   Ömer Nesefi Akaid ders-3 Velilere İman Icon_minitimeCuma Ekim 01, 2010 3:05 pm

VELAYET VE KERAMET

Velayet Ve Keramet Nedir?

«Haberiniz olsun ki, Allah'ın velî kullan için hiç bir korku yüKtur. Onlar mahzun da olacak değiuer-dir.
«Onlar, iman edip takvaya ermiş olanlardır.
«Dünya hayalında da, aJıirette de onlar için müj¬deler vardır. Allah'ın sözlerinde asla değişme yoktur. Bu, en büyük saadetin la kendisidir.» [204]
Velî; lügatte, «yakın, yâr, dost, arkadaş, yar¬dımcı, muhabbet besleyen» mânâlarına gelir.
«Feîl» vezninden olan velî, «îsm-i fail» mânâ¬sında kullanılırsa, kula izafe edilir. Bu halde; ku¬lun, günah işlemeden Allah'a taatı ve Allah'a mu¬habbetinin devam etmesi anlamına gelir. «Evüya-ııllali)) (Allah'ın Valileri) unvanı, bu cümleden olup, «Allah'a dost olanlar» demektir.
«Feîl» vezninden olan velî, «ism-i mef û!» mânâsında kullanılırsa, Allah'a nisbet edilir. Bu halde; «kulun velisi «dostu, yardımcısı, sahibi ve koruyucusu) Allah'tır»» anlamına gelir. Nitekim, aşağıdaki âyet-i kerimelerde vslî, Allah'a izafe edilmektedir [205] :
«Allah, iman edenlerin cvelîsi (yardımcısı) dır. On¬ları karanlıklardan (kurtarıp) nura çıkarır...» [206]
«Çünkü benim velîm (sahibim), o kitabı indiren Allah'dır ve O, bütün salihlcre de velilik ediyor (sa¬hip oluyor).» [207]
«Sizin velîniz (yârınız, dostunuz, yardımcmız) an¬cak Allah'tır...» [208]
İslâm ıstılahına göre; velînin tarifi şöyledir:
«Allahü Teâlâyı ve Allah'ın bilinmesi gereken bü¬tün sıfatlarını biien bütün ibadet ve taata üevara eden bütün günahlardan kaçman ve şehvete dalmaktan sa¬kınan, kâmil kimsedir.» [209]
«Allahü Teâlâ ve sıfatlarını gerektiği gibi bilen, bütün kalbi ile Cenâb-ı Hak'ka yönelen mümin ve takva sahibi olan kimsedir.» [210]
Keramet ise; lügatte, «izzet, şeref, iyilik ve güzellik» mânâlarına gelir.
İslâm ıstılahına göre; «Allah'ın velî kulların¬da zuhur eden ve âdetin hilâfına olan harikulade şeyler» dir. [211]

Velayetin Sübutu

Bu hususta, ehl-i sünnet olarak inancımız şudur ki; geçmiş ümmetlerde olduğu gibi, Mu-hammed (S.A.V.) ümmetinde de Allah'ın (C.C.) velî kullan vardır. Valilere inanmak, haktır. Ev-liyaullahı kabul etmemek, Kur'an'm âyetlerini inkâr olur. Bu ise, küfürdür. [212]

Velî Kimdir?

Velîlerin varlığını ve kimliklerini açıklayan deliller dörttür:
A — Kur’an, C — Sahabe sözleri,
B — Sünnet, D — Akıl. [213]

Kur'an-I Kerime Göre Velilik

«Haberiniz olsun ki, Allah'ın velî kulları için hiç
bir korku yoktur. Onlar mahzun da olacak değillerdir.
«Onlar, iman edip takvaya ermiş olanlardır.» [214]
Birinci âyette, Allah'ın velî kullan olduğu vş onlar için korku ve kederin olamıyacağı beyan ediliyor, ikinci âyette de, velîlerin kimler olduğu açıklanıyor ki, burada velîlerin iki büyük ve şü¬mullü özelliklen zifediliyor: a) iman ederler, b) takva sahibidirler.
Allahü Teâiâ, takva sahiplerini, şu âyet-i kerimesiyle ayrıca açıklamaktadır:
«(Namazda) yüzlerini doğu ve batı yönüne dön¬dürmeniz, birr (tâat) değildir. Fakat birr; Allah'a ahiret gününe, meleklere, kitaba ve peygamberlere İman eden; mah (m Allah) sevgisiyle (yahut, mala olan sevgisine1 rağmen) akrabaya, yetimlere, yoksul¬lara, yol oğluna (yolda kalmış misafirlere), dilenen¬lere ve köle ve esir (i kurtarma) e veren; namazını dosdoğru kılan; zekâtı (m) veren (kimselerin); ahit-leştikleri zaman sözlerini yerine getirenler (İn); sıkın¬tıda, hastalıkta ve muharebenin kızıştığı zamanlarda sabır ve metanet gösterenler (in bîrridir). Onlar (yok mu?), sadık olanlar onlardır ve onlar, takvaya eren¬lerin de ta kendileridir. [215]
Bu âyet-i kerimede, kâmil takva sahiplerinin vasıflan üç esasta toplanıyor: [216]

1. Sıhhatli Bir İtikat (Tahkiki İman) :

Bunu şöyle özetleyebiliriz:
a) Allah'a İnanmak. Allah'ın zatî, sübutî vs fiilî sıfatlarını bilmek ve inanmak. Allah hakkında vacip «lan, muhal olan ve mümkün olan bü¬tün sıfatlan tam bilmek ve inanmak.
b) Peygamberlere inanmak. Peygamberler hakkında vacip, caiz ve muhal olan bütün sıfat¬lan bilmek ve öylece inanmak.
c) Meleklere inanmak. Melekler hakkında vacip ve muhal olan sıfatları bilmek.
d) Kitaplara inanmak. Kitapların kimden kime ve kimin vasıtası ile geldiğini bilmek.
e) Ahirete inanmak. Kitap ve sünnete geç¬tiği ve ehl-i sünnetin akaid kitaplarında izah edildiği gibi ahireti bilmek. Yanlış ve batıl inanç¬lardan sakınmak. [217]

2. Allah'ın Kulları İle Güzel Geçinmek:

Fakirlere, bîçarelere, yolda kalmışlara, zaru¬retinden dolayı dileneni sre ve esirlere, seve seve malından vermek. Komşusu aç iken kendisi tok olarak uyumamak. Mü'minlerin acılarına İştirak etmek. Bir de, ahltleştiği zaman sözünü yerine getirmek. Bu ve benzeri beşerî münasebetleri en güzel şekilde devam ettirmek. [218]

3. Nefsi Tezkiye Etmek:

Dinin direği olan namazı, İslâm'ın köprüsü olan zekâtı ve diğer bütün ibadetleri, ehl-İ sünnet alimlerinin açıkladıkları gibi bilmek ve eksiksiz yerine getirmek. Ayrıca; sıkıntı ve şiddet anların¬da, harp ve ıstıraplı günlerde sabır ve cebat gös-termsk ve mücadele etmek. Allah'a karşı olan ahdini yerine getirmek.
Aslında, Îslâm'm ana unsurları ve Kur'an'ın hedefi de bu üç şeydir, inranın mükemmel hale gelmesi de, bu vasıfları üzerinde toplaması İle mümkündür. Nitekim, Peygamberimiz (8.A.V.) bu âyetin tefsirinde şöyle buyurmuşlardır:
«Her kim, bu âyet ile amel ederse, imanım kemâ¬le erdirmiş olur.» [219]
Hülâsa, Kur'an-ı Kerim'de, takva sahiplerinin vasıflan böylece belirtilmiştir. îman ve takva, veliliğin vasıflan olduğuna göre; yukarıda beyan edilen vasıfları kendinde toplayan ve bu vasıfları dsvam ettiren kimseler, Allah'ın (C.C.) yeryüzün¬deki velî kullarıdır. [220]

Hadisi Şerife Göre Velilik

Said İbnü Cübeyr'den (R.A.) rivayet edildiği¬ne göre; Resulüllah (S.A.V.), kendilerine «Allah'ın velî kullan kimlerdir,» diye sorulduğunda şu ceva¬bı vermişlerdir:
«Onlar; öyle kimselerdir ki; görüldükleri zaman Allah (C.C.) hatıra gelir.» [221]
Peygambsrimizin, bu hadisi ile anlatmak is¬tediğine göre; velîlerin sadece görülüvermeleri, Allah'ı hatırlatır. Yani onlann siyretlerl ve halle¬ri derhal Allah'ı akla getirir.
Müdekkik îslâm âlimlerins göre de; «Velîleri görmek, derhal ahirct İşlerini hatıra getirir. Zira. bu zatlarda huşu ve sonsuz tevazu alâmetleri var dır.» Bu husus, Kur'ân-ı Kerim'de şöyle ifade edil mistir:
Secde izinden (meydana gelen) nişanlan yüzlerindedir...» [222]
Ömer Ibnü'I-Hattab'ın (R.A.) rivayetine göre, Peygamberimiz göyle buyurmuşlardır:
«Allah'ın kullarından birtakım insanlar vardır ki onlar, ne şehid ne de peygamberdirler. Fakat kıyamet gününde, onların Allah indindeki makamlarına pey¬gamberler ve şehîdler gıpta edeceklerdir.» Sahabe, «Bunlar kimlerdir ve ameleri nelerdir? Bize haber ver de, onları biz de sevelim ve sayalım ey Allah'ın Resulü» dediklerinde peygamberimiz, devamla şöyle buyurdular:
«Bunlar bir zümredir ki; aralarında ne akrabahk, ne de birbirine verecekleri mal ve dünyalık menfaat¬leri olmaksızın sırf Allah rızası için ve Allah yolun¬da birbirlerini severler. Allah'a yemin ederi mki, on¬ların yüzleri bir nur gibidir ve onlar, nurdan bir min¬ber üzerindedirler. İnsanlar korktukları zaman, bun¬lar korkmazlar, fnsanlar mahzun oldukları zaman, bunlar mahzun olmazlar.» [223]
Rasulullah (S.A.V.) devamla şu âyeti okudu-
«Haberiniz olsun kî, Allah'ın velî kulları İçin hiç bir korku yoktur. Onlar mahzun da olacak değildir¬ler. Onlar, iman edip takvaya ermiş olanlardır. Dün¬ya hayatında da, ahirette de onlar için müjdeler var¬dır. Allah'ın sözlerinde asla değişme (imkânı) yoktur-Bu, en büyük saadetin ta kendisidir.» [224]

Sahabe Sözlerine Göre Velilik

Ashabdan Ebu Bekr'il-A'sam (R.A.) der ki:
«Allah'ın velîleri Öyle kimselerdir ki. AHahü Teâ-lâ onlara, delilleri göstererek ve hidayetin! vererek, teveccüh eder. Velîler de Allahü Teâlâya bihakkın, kul¬luk ve ibadet yaparak Allah'a teveccüh ederler.»
Başka bir deyimle, «evliyaullah o kimselerdir ki, ibadet ve taatla Allah'a yönelirler. Allahü Te-âlâ da onlara kerametle teveccüh eder.
Velîler hakkındaki, «Onlar (Allah'ın velî kul¬lan), iman edip takvaya ermiş olanlardır.» [225]âyeti, velîlerin ibadet ve taatla Allah'a (C.C.) te¬veccüh ettiklerinin işaretidir. «Dünya hayatında da, ahirette de onlar için müjdeler vardır...» [226]âyeti de, Allahü Teâlâ'mn, velîlere keramst ile teveccüh ettiğinin açıklamasıdır. [227]

Aklî Delillere Göre Velilik

Velayet, «yakınlık» mânâsına gelir. Bir şeyin velîsi, o şeyin yakını demektir. Mekân ve cihet İtibariyle Allah'a yakınlık elbette düşünülemez. Kur'an, sünnet ve sahabe sözlerinde ise, Allah'ın velîleri (yakınları) olduğu zikradllmektedir. Şu halde; kulun kalbi, iman ve takva sayesinde, Al¬lahü feâlâ'nın mağfiret nurlarına garkolunca; bu kul, gördüğü zaman, Allah'ın kudret delilleri¬ni görür. İşittiği zaman, Allah'ın âyetlerini İşitir. Konuştuğumda, Allah'ı-zikrederek konuşur. Hareket ettiğinde, Allah yolunda hareket eder. Cehd ve gayret e Ünce, Allah'a taat ve ibadet için ğayret eder. Bu haller neticesinde kul; son derece manevî olarak, Allah'a yaklaşmış vb Allah'ın velî¬si olmuş olur. Kul, Allah'ın velisi olma mertebesi¬ne erince Allah ta kul'un velisi (sahibi, hamisi ve yardımcısı) olur. Nitekim, şu âyet-i celîle bunu ifade etmektedir:
«Allah, iman edenlerin velîsidir. Onları, karanlık¬lardan nura çıkarır...» [228]

Kerametin Sübutu

«Velilerin kerameti, haktır.»
Velîlsr; Allah'dan en çok korkan, O'nun emirlerini yapıp, nehiylerinden kaçan mü'minlerdir.
Keramet; tabiat kanunlarının işlemesinin, muayyen bir an ve mekânda kesilmesi ile hasıl olan fevkalâde haldir.
Bir insanda meydana gelen fevkalâde haller, onun velî oiduğunu göstermez. Deccal, hariku¬ladeliklerin en göz alıcılarını gösterecektir. Fa¬kat o, en büyük kâfirdir. Bir insan vasıtasıyla meydana gelen fevkalâde haller, ne kadar acaîp olursa olsun, o insanın akidesi islâm akîdi de¬ğilse, amelleri Allah'ın emirlerine uygun değilse, Allah'ın yasaklarından kaçınmıyorsa; o harikula¬de hal, istidractır. Asırlardan beri müfsitlerin, za¬vallıları kandırmak için icra ettikleri, sanat neti¬cesi meydana gelen fevkalâdeliktir. .İnançları, dü¬şünüşü ve hareketi îslâmî olmayan adamdan ne kadar harika doğarsa doğsun; bunu yapan fasıktır, zındıktır. Böyle mel'unların harikuladeliklerine bakıp onlara tâbi olanlar da, bu küfrün yol göstericilerine tâbi olan sapıklardır.
Müslümanların ekserisi ve shl-i sünnet âlim¬lerinin çoğunluğu, evliyanın kerametinin vukuu¬nu ve caiz olduğunu kabul etmişlerdir. Ancak sa¬pık Mutezile Mezhebi'nin ileri gelenlerinden ço¬ğu üs, ehl-i sünnet'ten Ebu îshak, kerameti kabul etmemişlerdir.
Bunlar, velîde hasıl placak kerametin, nebi¬nin mucizesine benzeyeceği mülâhazası ile, muci¬zeyle kerametin birbirinden ayırt edilemiyeceği vehminde bulunmuşlardır.
Halbuki, nebinin mucizesinde, «nebîlik dâva¬sı» vardır. Velînin kerametinde ise, nebîlik iddia¬sı yoktur ve olamaz da. Zira, bir velî, kerameti ile nebîlik iddiasında bulunurra, o kimse kerame¬te lâyık değildir. Hatta bu iddian sebebiyle kâfir olur. Keramet ile mucize aracında buna benzer, daha birçok farklar vardır. Bunlardan ileride bah¬sedilecektir.
Kerametin sübutunu gösteren deliller şunlar¬dır:
1. Kur'an, 3. Sahabe sözleri,
2. Sünnet, 4. Akıl. [229]

Kur'an'a Göre Keramet

Kur'an-ı Kerim'de, ovliy inin gösterdiği kera¬metler şöyle haber verilir :
a) «— Zekcrîyya ne zaman (Meryem'in bulundu¬ğu) Mihraba (Mescide) girdiyse, onun yanınd.ı bir yi¬yecek buldu; 'Meryem, bu sana nereden (geliyor)?' dedi. O da: 'Bu, Allah tarafından. Şüphe yoktur ki, Allah kime dilerse ona sayısız rızk verir, dedi» [230]
Müfessîrlerİn açıklamasına göre, Meryem'in yanında kışın yaz meyveleri; yazın da kış meyve-İari bulunurdu, Meryem, peygamber değildi ki, bu harika onun için mucize olsun. Ancak Meryem; saliha; zahide ve takva mertebesine ermiş bir ve¬lî hatundur. Bu harikulade rızıklar da, Meryem için, keramettir.
b) «(Habibim) sen, bizim âyetlerimiz içinde (yalnız) Kehf ve Rakıym yaranının ibrete şayan ol¬duklarını mı sandın? (öyle değil).
«O zaman, o genç yiğitler mağaraya sığınmışlar¬dı da: «Ey Rabbimiz bize tarafından bir rahmet ver ve işimizde bizim için bir muvaffakiyet hazırla, de¬mişlerdi.» [231]
Bu âyet-i kerimelerde «Ashab-i Kehf» (Mağa¬ra Dostları)'nın 309 sene gibi uzun bir müddet, diri olarak uyku halinde kalmış olmaları, güne¬şin hararetinden korunmaları, köpeklerinin ken¬dilerinden ayrılmayıp mağarada beraber kalması ve köpeğin bunlarla konuşması anlatılmaktadır. Bütün bu halbr, bu salih kişiler için, Allah (C.C.) in ihsan etmiş olduğu kerametlerdir.
c) «(Hz. Süleyman) dedi: «Ey ileri gelenler, o-nun tahtını, kendilerinin bana Müslüman olarak gel¬melerinden evvel, hanginiz bana getirir?'
«Cinden bir İfrit 'Sen makamından kalkmadan ben onu sana getiririm. Ben buna karşı herhalde güvenilecek bir kuvvete malikim.1 dedi.
«Nczdİnde Kitap'tan bir ilim olan (zat): «Ben gözün sana dönmeden (gözünü yumup açmadan) ev¬vel onu sana getiririm' dedi. Vaktaki (Hz. Süleyman), onu (tahtı) yanında durur bir halde gördü; «Bu, Rab¬bimiz fazlmdadir. Şükür mü edeceğim, yoksa nankör¬lük mü edeceğim, beni imtihan ettiği içindir (bu) Kim şükrederse kendi faydasınadır. Kim de nankörlük ederse, şüphe yok kî, Rabbim (onun şükründen) ta¬mamen müstağnidir, (hem o) bakıyla kerem sahibidir' dedi.» [232]
Müfessirlerin çoğunun beyanına göre bu âyet-I kerimedeki zat, Hz. Süleyman'ın kâtibi ve veziri Asaf İbnü Berhiya'dır. İsmü Âzam duasını bilen, salih ve muttaki bir velîdir. Bu harika da, onun için, bir keramsttir. [233]

Sünnete Göre Keramet

Zührfnin, Salim tarikiyle, İbnü Ömer (R.A.) den rivayetine göre; Resulüllah (S.A.V.), şöyle buyurmuşlardır:
«Sizden evvelki kavimlerden üç kişi yola çık¬mış, giderlerken yolda yağmura tutulmuşlardı da bir mağaraya sığınmışlardı. Bunlar orada iken, bir taş düşüp mağaranın kapısını kapamışt. Birbirine: «Ne duruyoruz? Hayatımız boyunca işlediğimiz en iyi ve hayırlı işleri anarak Allah'a dua edelim. Cenâb-ı Hak umulur ki kapıyı açar» demişlerdi. Bunun üzerine iç¬lerinden birisi :
«Ey Allah'ım. Bilirsin ki; benim ihtiyar anam, ba¬bam, bir de küçük kız çocuğum vardı. Her gün koyun¬larımı otlatır, sonra onları sağar, sütü getirir, Önce ihtiyar ana-babama, sonra sırasıyla çocuğuma ve aile efradıma içirirdim. Yalnte bir gece geç kalmıştım. Geldiğimde annemi ve babamı uyumuş buldum. Üzün¬tü î!c baş uçlarına oturdum. Oniarı uyandırmak iste¬medim. Ayak ucumda, çocuğum durmadan ağlıyordu. Fakat ben, sütü anneme ve babama içirmeden çocu¬ğuma içirmeyi doğru bulmuyordum. İşte o gece an¬nem ve babam uyuyarak ben ise başlarında bekliyerek sabahladık. Allah'ım. Sen çok iyi bilirsin ki. ben annemin ve babamın üzerinde yalnız senin rızan için titredim. Lütfen, şu taşı biraz arala da gökyüzü¬nü görelim.' diye dua etti. bunun üzerine taş oıraz oy-nıyarak mağaranın ağzı biraz açıldı. Humardan bir tügeri de:
«Allah'ım!... Sen yakînen biliyorsun ki, ben, am¬camın kızlarından birine şiddetli sevgi besi iy ordum-Bu muhabbetimi ihsas edince, bana; «100 dmar ver¬meden beımeiı Karşılık bekleme,» demişti. Ben de,, çalıştım, istediği parayı kazanarak amcamın kızına getirdim. Kız, başka hiç bir mâni bulamayınca ba¬na; «Ey Allah'ın kulul Allah'tan kork. Allanın kudre¬ti ile yaratılan bekâret mührü, yalnız nikâh hakkı ile cçılır,» demişti. Ben de hemen kalktım ve çekilip git¬tim. Ey Rabbim! Sen çok iyi bilirsin ki, benim bu sa¬kınmam yalnız senin rızam ve muhabbetini kazan¬mak içindi. Lutfu inayetinle bizi buradan kurtar.' de¬di. Kapının üçte ikisi açıldı. Üçüncüsü ise
'Allah'ım!... Sen bilirsin ki, ben bir Ölçek darı kar¬şılığı bir işçi tutmuştum. Diğer İşçiler ücretlerini al¬dıkları halde, bu adam almadan bırakıp gitmişti. Ben de, zamanı gelince, bunun darısını ektim. Mahsulünü, satıp, parası ile bir sığır, bir de çoban satın aldım. Bir müddet sonra, bu işçi gelip ücretini İstedi. Ben. de; senin hakkın şu çoban ve sığırlardır, al götür» dedim. îşçi bana «"Benimle alay mı ediyorsun? Be¬nim hakkım bir Ölçek dandir.» dedi. Ben de: «Hayır, seninle alay etmiyorum. Hakikaten bunlar senindir» dedim. O da, onları ahp götürdü. Ya Rab!. Sen. gizil aşikâr her şeyi bilirsin. Ben o malı, İşçiye, ancak se¬nin rızan için verdim. Lutfunla bizi buradan kurtar.'' diye dua etti. Mağaranın l-apısı tamamıyla açıldı, ve-üç arkadaş mağaradan çıktılar.» [234]
Peygamber Efendimizin haber vermiş olduğu bu eaih kişiler için taşın açılmış olması, Allah'ın onlara ikram etmiş olduğu keramettir. Bu konu¬da daha buna benzer sıhhatli hadis-i şarifler var¬dır. [235]

Sahabe Sözlerine Göre Keramet

Hulefa-i Raşidin'de, Sahabe-i Kiram'da ve da¬ha bir çok salih kimselerde keramet vuku bulmuş¬tur. Fatih'in hocası Hızır Bey, «Aka i d» manzume¬sinde bu zatların kerametlerini şöyle ifade eder:
«Velîlerin kerametleri haktır. Nitekim; Asaf'tan, Ebu'd-Derda ve Sclman'dan nakledilenler böyledir.
«Ömerü'l-Faruk (R.A.)'un, Sâriye (R.A.)'yi dağa , çağırması da böyledir. Halbuki, Hz. Ömer ile Sâriye arasındaki uzaklık, iki aylık mesafe kadardı.»
Asaf İbnü Berhiya (daha önce de zikredildiği gibi, Hz. Süleyman'ın veziridir) Ledün ilmine sa-hipMr. Saba Melikesi Belkıs'm tahtını Yemen'dsn Kudüs'e, göz açıp yumuncaya kadar getirmiştir. Bu vaka, Kur'am Kerim'in âyetleri ile sabittir.
Selmani Farisî (R.A.) ile Ebu'd-Derda (R.A.) da, yemek yedikleri kabın, Allah (C.C.)'ı zikretti¬ğini gitmişlerdir.
Hz. Ömer (R.A.) İS2; Sâriye (R.A.) kumanda¬sında, askerini Nihavend'e göndermişti; Medine ile Nihavend'in uzaklığı iki aylık mesafe idi. Hz. Ömer, uzun zamandır ordudan haber alamamış, ve endişe etmişti. Bir cuma günü minberde hutbe okurken; «Ya Sâriye, dağa çık, dağa» diye bağır¬mıştı. Rivayete göre Hz. AH (R.A.), bu konuşma¬nın tarihini kaydetmişti. Bir müddet sonra Me¬dine'ye gelen ordunun öncüsüne Medineliîer bu¬nu sormuş, o da şu esvabı vermişti: «Cuma günü savaşa başlamıştık. Düşman da arkamızdaki da¬ğa tırmanmaya ve bizi arkadan vurmaya teşeb¬büs etmiş. Bu esnada; «Ya Sâriye, dağa çık, da¬ğa» diye bir ses işittik, ve hemen dağa çıktık. Böylece düşmanları mağlûp ettik. Bu ses sayesinde çok büyük ganimetlere kavuştuk.» İşte bu vaka, Hz. Ömer ve Hz. Sariye için bir keramettir. [236]
tshak Zencanî de, bu tarihî hadiseyi Türkçe Akaid» manzumesinde şöyle ifade etmiştir:
«Ömer, 'Ya Sâriye' diye çağırdı, Medine'den Nihavend'e duyurdu.»
Sahabeden, tâbiundan ve nics salih kişiler¬den birçok kerametin zuhur ettiği, rivayetlerle sabittir. Biz, misal olarak, bu kadarla iktifa yoruz. [237]

Aklî Delillere Göre Keramet

a) Kul, Allah (C.C)'m velîsidlr. Nitekim Al¬lah (C.C), şöyle buyurmuştur:
«Allah'ın velî kulları için hiç bir korku yoktur.» [238]
Allah (C.C) da kulun velîsidir. Bu hususta da Allah (C.C) şöyle buyurmuştur.
cAllah mü'minlerin velîsidir...» [239]
Bu gerçeklerden anlaşılır ki, Allah (C.C), kulun; kul da Allah (C.C.)'m velisidir. Yani kul, Allah (C.C.)'a itaatla, O'na (C.C.) yakın olunca; Allah (C.C.) da yardımı ile kula yakın olur. Aynı şekilde kul, Allah'ı severse; Allah (C.C.) da kulu sever. Nitekim, bir âyeti kerimede şöyle buyurulmuştur:
«...Allah onları sever; onlar da Allah'ı severler...» [240]
Bu hususta daha pek çok âyet vardır:
«...İman edenlerin Allah'a sevgisi (her şeyden) sağlamdır...» [241]
«...Muhakkak ki Allah' hemh çok tevbe edenleri sever, hem de çok temizlenenleri sever.» [242]
Kul İle Allah (C.C.) arasındaki bu karşılıklı muhabbetler, âyetlerle sabit olunca, denilebilir ki; bir kul, Allah (C.C.)'in emrettiği ve razı oldu¬ğu şeylerin hepsini ihlâsla yaparak taatm en yükssk derecesine erişince, Allah (C.C.)'in yasak kıldığı küçük ve büyük şeylerin hepsini terkedince, Rahîm ve Kerîm olan Allah (C.C.)'in kuluna istediği bir şeyi vermesi, imkânsız değildir.
b) Bir hadis-i kutside Allah (C.C), şöyle bu¬yurmuştur:
«Bir kulum, kendisine farz kıldığım şeylerden da¬ha sevimli bir amel ve ibadetle bana yaklaşamaz. Ku¬lum bana, yaptığı nafile ibadetlerle de yaklaşır. Niha¬yet, onu severim. Bir kere de onu sevdim mi; artık ben, o kulumun işttiği kulağı, göreceği gözü, şiddetle kavrayacağı eli ve yürüyeceği ayağı olurum. Eğer benden bir şey dilerse, onu verir: bana sığınırsa, mu¬hakkak onu himaye ederim.» [243]
Bu haber gösteriyor ki, böyle kulların kulak¬larında, gözlerinde, dillerinde ve diğer azalarında Allah (C.C.)'dan gayrisi İçin nasip yoktur. Her şeyi Allah için dinler, Allah için görür, Allah için yürür ve Allah İçin tutar.
Bu kutsî hadisin te'vilinde Şeyhülislâm Ah-med İbnü Yahya İbni Muhanımed şöyle der:
«Kul, bütün varlığıyla Allah (C.C.)'a yönelir. Ku¬lun kulakları, ancak Allah'ın razı olacağı şeyleri din¬ler. Gözü, ancak Allah'ın emrettiği şeyleri görür. Hü¬lâsa kulunb ütün azalan ancak Allah'ın yolunda ve ' Allah rızası için hareket eder. Kulun bütün azalan Hak için ve Hak ile amel eder.» [244]
İşte bu makam, bir yılanın veya bir aslanın, bir insana boyun eğmesinden yahut bir insana hiç yoktan çeşitli nimetlerin verilmesinden daha şe¬reflidir. Allah (C.C.), bir kulunu, rahmetiyle böy¬le yüksek bir dereceye ulaştırınca, hangi şey, bu kula Allah (C.C.) tarafından harikulade keramet¬lerin ihsan edilmesine mâni olabilir?
c) Şüphe yok ki, bütün fiillerde hâkim olan kuvvet, ruhtur; beden değildir. Allah (C.C.)'ı bil¬mek de ruh iledir. Bunun içindir ki, gayp âlemini (Allah'ın bildirdiği kadarıyla) bilenlerin kalbi kuv¬vetli olur. Bu sebepten, pekçok insanın beraberce kaldıramıyacaklan Hayber kalesinin kapısını tsk başına kaldırıp kâfirlerin suratına fırlatan Hz. Ali (R.A.); «Hayber'in kapısını bedenî kuvvetimle de¬ğil, ancak, Rabbani kuvvetle söküp attım.» demiş¬tir.
Müfessirlerin izahlarına göre; o anda Hz. Âli¬nin nazarı ceset âleminden ayrılmış, kibriya âle¬minin nurlarıyla mslekler panldamış, Hz. Ali kuv¬vet kazanmış, ve başkalarının güç yetiremiyeceği şeye gücü yetmiştir.
Bunun gibi bir kul, Allah'a ibadet ve tâat süzere devam edince, Allahü Teâlâ'nm, «onun işiten kulağı gören gözü olurum» buyurarak taltif ettiği makamlara çıkar. Allah (C.C.)'in cMâl nur¬ları onun için kulak olunca; o kul, yakını da uza¬ğı da işitir. Bu nur, kul için göz olunca; yakını da uzağı da görür. El olunca; zor ve kolay olan şey¬lerde tasarruf yapabilir. [245]

Harikuladelikler

Harikalar; âdetlere ve tabiat kanunlarma muhalif, tabiat ve bsşer gücünün üstünde mey¬dana gelen hallerdir.
Harikalar altı kısımdır :
1. Mucize,
2. Keramet,
3. İrhasat,
4. Meunet,
5. İhanet,
6. İctidrac. [246]

Mucize

Mucize, îügatte, «âciz» ve «kudretsiz kılmak» mânâlarına gelir.
İslâm ıstılahında ise; Allahü Teâlâ'nın, pey¬gamberliğini ilân eden peygamberlerine, onları dâvalarında doğru çıkarmak için göstermiş oldu¬ğu tabiat üstü hallerdir.
Peygamberlerin mucizeleri, geçerli olan âdet¬lere ve tabiat kanunlarına muhalif olmakla bera¬ber, aslında, olması mümkün olan şeylerdir. Peygamberlerın gönderilmesi, ilahi hikmet İcabı olduğu gibi, bu zatların mucizelerle te'yidi de ilâhî bir hlkmat neticesidir. [247]

Mucizenin Şartlan

1. Mucize, Allah'ın (C.C.) fiilidir. Yani, bir peygamberin, nebîliğini isbat hususunda göster¬miş olduğu harika, o peygamberin kendisinin icadı değildir. O harikayı, peygamberini tasdik için, Al¬lah (C.C.) yaratmış ve peygamberinin elinde gös¬termiştir.
2. Mucize, harikuladedir. Yani, tabiat kanun¬larının vs insan gücünün üstündedir. Başkaları, onun benzerini meydana getirmekten âcizdirler. Meselâ; Kur'an-ı Kerim gibi,. Çünkü, onun benze¬rini meydana getirme hususunda ins ve cin, âciz kalmışlardır. Nitekim Aüahü Teâlâ, bu hususu şöyle beyan eder:
«Eğer kulumuz (Muhammccl)in üzerine parça parça (sûre sûre, âyet âyet) indirdiğimiz (Kur'an'm Allah katından geldiğin) den şüphe ediyorsanız, hay¬di onan benzerinden siz de (meydana) bir sûre geti¬rin. Allah'tan başka şahitleriniz (taptığınız putları ve bilginlerinizi) de (yardıma) çağırın, eğer (iddianız-da) doğru (insan)lar iseniz.
«Fakat bunu yapamazsanız -kî hiç bir zaman yapacnyacaksmız- artık, sakının o ateşten ki, onun tu¬tarağı, insanla o taştır. O (ateş), kâfirler için hazır¬lanmıştır.» [248]
3. Mucizenin benzerinin meydana getirilebil¬mesi imkânsız olmalıdır. Meselâ; Hz. Musa'nın asasının yılan olması ve peygamberimizin Kıır'an-ı Kerim mucizeleri, karşısında kimsenin duramacîığı ve benzorini meydana getiremediği mucize¬lerdir.
4. Mucize, peygamber olduğunu ileri süren zatın bizzat kendisinden zuhur etmelidir ki, bu mucize onun dâvasını doğrulamış olsun.
5. Mucize, peygamberin ileri sürdüğü dâva¬ya uygun olmalıdır. Meselâ; Hz. İsâ, «Ben ölüleri diriltirim, körleri ve kötürümleri iyi ederim. Al¬lah'ın izniyle benim mucizem budur» demiş ve Al¬lah'ın izniyle bazı ölüleri diriltmiş, kör ve kötü¬rümleri İyi etmişti.
6. Peygamber olduğunu İlân eden kimsenin iddiası ve gösterdiği mucize, kendisini tekzip et¬memelidir. Meselâ; Müseylemetü'l-Kezzap, pey¬gamberlik iddiasında bulundu. Kendisinden mucize göstermesi İstendi. Bunun üzerine Müseyleme, tek gözü kör olan bir adamın gözünün açılmasını istedi. Fakat isteğinin aksine o kimsenin diğer gö¬zü de kör oldu.
7. Mucize, Peygamber olduğunu söyleyen kimsenin dâvası ile beraber olup, dâvadan daha önce meydana gelmiş olmamalıdır. Zira mucize, peygamber olduğunu iddia eden kimseyi tasdik İçindir. Tasdik ise, dâvadan önce düşünülemez. «Benim mucizem daha önce zuhur etmişti.» deni¬lirse; bu hal o kimsenin doğruluğuna delil olmaz, Ancak, aynı vsya başka bir harikayı, peygamber¬lik dâvasından sonra, talep edilince gösterebilirse o zatın doğruluğu sabit olur. Âciz kalırsa, o kim¬se yalancıdır. [249]

Mucize Nasıl Meydana Gelir?

Mucize, bütün İşlerde mutlak irade ve ihtivar sahibi olan Cenâb-ı Hak'ın fiilidir. Cenâb-ı Hak dünya ve ahirette insanları kurtuluşa dâvst etme¬leri için resuller gönderir. Bu resullerin peygam¬berlik iddialarını tasdik için de, peygamberleri¬nin elinden mucizeler izhar eder.
Nasıl ki, peygamberlik kisbî değil vehbî ise, yani bir kimsenin peygamber oluşu, herhangi bir şarta ve çalışmaya tâbi olmayıp, Allah'ın, dilediği kimselerden seçmssi ile olursa; mucizenin izharı için de, daha önceden çalışmak ve hazırlanmak gibi şartlar yoktur. Mucize, istendiği veya lâzım olduğu an, Allahü Teâlâ, peygamberinin elinden mucizeyi izhar eder. Mucizenin akabinda de, ne-bîlik iddiastnda bulunan kimsenin doğruluğu hak¬kındaki bilgiyi yaratır. Böylece, herkes, bu kimse¬nin elinde zuhur eden mucizenin, onun psygam-borliğine delâlet ettiğini anlar ve bilir. [250]
Peygamberlerin en büyük mucizeleri; kendi zamanlarında geçerli olan, kuvvetli ve azametli görünen hadiseler cinsinden vuku bulmuş, bu ha-disalerin azametini kırmış ve mucizenin insan gü¬cüyle olmadığını, ancak Allah'tan olduğunu ve mucizeyi İzhar edenin de Allah'ın elçisi olduğunu İspatlamıştır.
Hz. Musa zamanında sihir çok meşhurdu. İn¬sanlar, sihirle birbirini mağlûp ediyorlar ve bu¬nunla aşın derecede öğünüyorlardı. Hz. Musa'nın en büyük mucizesi olan asa, yılan oldu. Bütün si¬hirbazların yılan şeklinde gösterdikleri bütün ip¬leri yutup meydanda hiç bir şey bırakmadı. Hz. Mira eline alınca tekrar asa oldu. Bunu gören bütün sihirbazlar, Musa'nın asasının sihirle alâ¬kası olmadığına hükmettiler. Zira kendileri, sihir.ilmini bütün İnceliklerine kadar biliyorlardı. Hz. Musa'nın yaptığı, ancak bir mucize olabilirdi. Çünkü insan işi değildi. O hak, Musa'nın dedik¬leri doğruydu. Bu mucize, o günün sihirle meş¬gul o!an âlimlerine, hakkı kabul ettirdi. Hepsi bir¬den secdeye kapandılar. Firavun'un ölüm tehdit¬lerine ve sehpaya çektirmesine rağmen bu âlim¬ler:
«Âlemlerin Rabbına, Musa ve Harun'un Rabbına iman ettik» dediler. [251]
Hz. İsa zamanında ise tıp ilmi meşhurdu. Al¬lah (C.C.) da, Hz. İsa'ya körleri iyi etmek ve ölü¬leri diriltmek gibi mucizeler verdi. Böyle olunca, bütün doktorlar, bunun bir harika olup, insan gü¬cünün dışında olduğunu kabul ettiİer. Hz. İsa'nın peygamber olduğunun haklılığına bu mucizeleri delil saydılar.
Hz. Davud zamanında musikî ve Hz. Muham-med zamanında da fesahat ve belagat çok ileri gitmişti. Arap şairleri, birbirleriyle şiirle yarış eder ve birbirİ3rine karşı üstünlük taslarlardı. Ga¬lip gelenlerin şiirleri Kâba duvarlarına asılır; bu . hal kendileri ve kabileleri için iftihar vesilesi olur¬du. Fesahat ve belagat, Arap dünyasının en büyük ilmi idi.
Allah (C.C.) Muhammed (S.A.V.)'i Kur.an-ı Kerim ile gönderdi. Kur'anın fesahat ve belagatı karşısında bütün edipler sustu. Şairlerin dili tu¬tuldu. Kabe'ye asılan bütün kasideleri, sahipleri, utançlarından alıp götürdüler. Kur'an'ın beşer gü¬cünün üstünde olduğunu herkes kabul etti. İnsaf sahipleri, bununla, peygamberin doğruluğuna de-lü getiriyor Kur'an'ın Allah kelamı olduğuna ina¬nıyor ve Müslüman oluyorlardı, inat edenlerle ha¬set edenler ise; öfkelerinden, Firavun gibi, küfr üzere geberip gidiyorlardı. Kur'an-ı Kerim, bun¬ların hepsine meydan okuyordu.
«(Habibim) de M: 'Andolsun, İns ve cin, şu Kur'a-mn benzerini (meydana) getirmek için bir araya top-lansa, yekdiğerine yardıma da olsalar, yine onun ben¬zerini getiremezler.'» [252]
Bu çağrı karşısında kudretsiz kalan ve fikrî münazaradan kaçınan kâfirler ve hâsidler, işi zor¬balığa döküyorlar, iftira atıyorlar ve kılıca sarılı¬yorlardı.
Hülâsa; bütün peygamberlere, Allah (C.C.), çeşitli mucizeler vermiş ve bu mucizelerle pey¬gamberlerinin nübüvvetlerini ve doğruluklarını tasdik etmiştir. [253]

Keramet [254]

Ksramet; peygamberlik iddiasında bulunma¬yan, fakat dinin bütün hükümleriyle tamamiyle amel eden salih kimselerden zuhur eden harika¬lardır. Bu harikalar, o salih mü'minlerin velilik mertebesine ermiş olduklarını gösterir. [255]

İrhasat

İrhasat; peygamber olacak kimselerde pey¬gamberlik gelmezden önce görülen ve nübüvvetin temellerini kuvvetlendiren harikalardır. Hz. İsa'¬nın beşikte iken konuşması, ve Hz. Muhammedi daima bir bulut takip etmesi bu kabildendir. [256]

Meunet

Meunet; amelleri ve ahlâkı güzel olan bazı mü'minlerde, bir iddiaya dayanmadan zuhur eden harikalardır. Bazı mü'minlerin büyük -sıkıntı ve musibetlerden kurtulmaları, kolaylıkla maişet te¬darik etmelari, büyük bir tehlikeyi kolayca atlata-bilmeleri gibi haller; Allah'ın (C.C.), bu kulları¬na bir lütfü ve yardımıdır. lisanımızdaki, «Kul bunalmaymca, Hızır yetişmez» sözü, meuneti ha¬tır latir. [257]

İhanet

İhanet; küfrü ve isyanı açık olan kimsenin elinden, kendi isteğinin aksine zuhur eden hari¬kadır. Müseylemetü'l-Kezzap gibi. Bu adam, pey¬gamberlik İddiasında bulunmuştu. Mucize olsun diye, suyu a2 olan bir Kuyuya suyunun çoğalması için tükürmüş; fakat kuyunun mevcut suyu da kurumuştu. Allalı (C.C.), bu kimseyi İddiasında yalancı çıkartmak ve alçaltmak için onun arzusu¬nun aksine bu harikayı yaratmıştır. Bu hale, aynı zamanda, «Hızlan» da denir. [258]

İstidrac

Istidrac; küfrü ve isyanı açık olan kimselerin elinden, kendi arzularına muvafık olarak zuhur eden harikalardır. Şeytanın, kıyamete kadar ken¬disine müsaade edilmesi için yaptığı duanın kabul edilmesi; Firavun'un, 400 sene gibi uzun yıllar yaşayıp baş ağrısı bib görmemesi; Nemrut ve ben¬zerlerinin uzun seneler yeryüzünde saltanat sü¬rüp arzu ve emeilerine erişmeleri ve bütün dünya nimetlerine kaynaşmaları, hep bu kimseler için bi¬rer istidractır. Bu hususta Kur'an-ı Kerim'de şöy¬le buyurulmaktadır:
«Ayetlerimizi yalan sayanları, biz, bilemeyecekle¬ri nokta (lar) dan (istidrac ile) derece derece (yavaş yavaş) helake yaklaştırınız.
«Ben onlara mühlet veririm, (Onların İplerini uzativeririm!) Benim, lütuf yüzünden kahrım (taham¬mül edilmeyecek kadar) çetindir.»
îstidrac, lügatte, bir şeyi derece derece çıkar¬mak veya indirmek demektir. İslâm ıstılahında, isa; bir insanın, günahını artırdıkça ve azgınlığım devam ettirdikçe Allah'ın (C.C.) ona, nimet kapı¬larını açması ve onu dünyada nice izzet, ikbal ve makamlara çıkarmasıdır. Bu kimse, bütün bu ni¬met ve ikballeri kendi kahramanlığına ve çalışma¬cına bağlar. Allah'a şükredip tovbe etmeyi ve te¬vazuu unutur. Gurur ve kibrini artırır, kötülük* lere daldıkça dalar. Günahları derecs derece ço¬ğalır. Çoğaldıkça da, derece derec2 Allah'ın gaza¬bına yaklaşır. Nihayet Allah (C.C.) ansızın onu yakalar ve şiddetli azaba duçar eder. [259]
Birçok nimet ve hayırların, İnsanı azdırdığı ve o insan için, istidrac yoluyla azabın çoğalması¬na vesile olduğundan Hz. Ömer (R.A.), İran Kis-ra'sının hazineleri Medine'ye ganimet olarak getirilince Allah'a şöyle iltica etmiştir: «AHahim!.. Bu hazinelerin istidrac olmasından sana sığını¬rım.» Bu hususta Kur'an-ı Kerim şöyle buyurur:
«Onun için bunlar (azgınlar), kendilerine ne ha¬tırlatıldı, öğüt verildiyse; onları unutunca üzerlerine herşeyin (her zevkin ve her nimetin) kapılarını aç¬tık. Kihayet kendilerine verilen o şeyler (o genişlik ve serbestlik) yüzünden (tam şımarıp) ferahladıkları vakit de onları ansızın, tutup yakalayıverdik, ve ar¬tık o anda onlar bütün ümitlerinden mahrum kaldı¬lar.» [260]

Mucize İle Harikalar Arasındaki Umumi Farklar

Mucize İle diğer harikuladelikler arasındaki farkları, umumî olarak dört gurupta toplamak mümkündür:
1. Mucize, ancak, nübüvvet ve rical mazhar olan zat tarafından izhar olunur.
Yalan yere nübüvvet iddiasında bulunan kim¬se, ya arzusuna uygun hiç bir harika gösteremez, yahut onun izhar edeceği harikanın bir benzerini başkaları da gösterebilir, ve böylece o kimsanin yalancı olduğu anlaşılır,
2. Mucize, nübüvvet iddiasında bulunan za-tm dâvasına ve maksadına uygun olarak zuhur eder. Mucize, teknik, fennî ve sair hiç bir sebebe bağlı olmaz.
3. Mucize, ekseriya, halkın istskleri üzerine izhar olunur, ve «Bunun bir mislini de siz getirin» denildiği halde, hiç kimsenin buna gücü yetmez.
4. Mucizeyi izhar eden zat, her türlü üstün ahlâk ve yüce sıfatlarla muttasıf olur. Asla, ken¬di şahsî menfaatlerini gözatmez. İnsanlığı uyan¬dırmağa çalışır. Herkese hidayet ve saadet yolla¬rını gösterir. Kendisi de, söylediklerine tamamen uygun hareket eder. Kendi vücudu da, âdsta, bir harika ve ilahî mucize halinde tecelli eder.
Kısacası; peygamberlerin elinde zuhur eden her mucize, bir harikadır. Fakat, peygamber ol¬mayan kimselerin gösterdikleri harikalar, mucize olamaz.
Belli sebepler ve teknik birtakım vasıtalarla yapılabilen ve insanların büyük çoğunluğu tara¬fından garip karşılanan bazı şeyler böyledir. Gök¬te uçan dev tayyareler, denizlerde yüzen dev ge¬miler, aya çıkan füzeler, çok uzak mesafedeki in¬sanların birbirleriyle telefon vs. aracılığı ile ko-nuşabilmeleri ve günümüzde görülen pek. çok İcat vs keşiflerin hiç birisi harika ve mucize sayılmak Zira, bunların tahakkuku belli birtakım sebeplere dayanır; insanların karşılıkh yardımlaşarak ça¬lışmasına ve maddeye muhtaçtır. Başka insanlar da, aynı sebepleri temin eder ve aynı şartlar altın¬da çalışırsa, onlar da bu şeyleri yapabilirler.
Mucizeîerds ise, mucizenin meydana gelmesi için herhangi bir sebep ve şart düşünülemez. Baş¬kalarının yardımı ve herhangi bir masraf ve ham¬madde lüzumlu değildir. Mucize, Allah'ın (C.C.), sadece peygamberlerine ihsan buyurduğu harika ve tabiat üstü olaylardır.
Mesela; Hz. Muhammed'in (S.A.V.), çok kısa bir zaman içerisinde, yardımsız ve masrafsız, gök¬lere ve Arş'a kadar miracı ile; milyarlarca lira masraf edilerek, aylarca emek sarfe-dilerek ve dün¬ya kadar malzemo kullanılarak, feza ölçülerine gö¬re, en kısa mesafede olan aya çıkmak arasında, kıyas kabul etmez büyük farklar vardır. [261]

Mucize İle Keramet Arasındaki Fark

Ümmetinden biri için zahir olan keramet, o ümmetin peygam¬berinin mucizesi sayılır. Bu kera¬metle, o mü'minin velî olduğu mey¬dana çıkar.»
Şurası kat'î olarak bilinmelidir ki; keramet, ancak, Allah'ın kitabına ve ResuTünün sünnetine sımsıkı sarılan, Allah'ın dinine uyan mü'minler-de, Allah'ın lütfü ile meydana gslen harikuladelik¬lerdir. Veliliğin ölçüsü, mü'minin dine bağlılığı¬dır. Bunun tezahürü ise, yukarıda anlatılan kera¬mettir. Kendisinden keramet zahir olmayan mü'-min de velî olabilir, fakat biz bilmeyiz.
Mucize ile keramet arasındaki fark, velînin velayet iddiasında bulunup bulunamıyacağı husu¬sunda İslâm âlimlerinin ileri sürmüş oldukları kanaatlere göre değişir. Şöyle ki; Velînin, Velayet iddiasında bulunması caiz midir, değil midir?»
İslâm bilginlerinden, «muhakkikim» denilen tahkik ehlinden bir kısmı: «Velînin, velayet iddia¬sında bulunması, yani, «ben velîyim» demesi, caiz değildir. Bu iddia câîz olmamakla kalmaz, bu id¬diada bulunan kimse velayet mertebesinden düşer» derler. Dolayisiyle bu âlimlere göre, mucize İİ3 keramet arasındaki fark şudur:
Mucizede peygamberlik dâvası bulunmalı¬dır. Keramette ise, velilik iddiası bulunmaz. Bunun sebebi de; Peygamberler, insanları küfürden ima¬na, ma'siyetten taate çağırmak için gönderilmiş¬lerdir. Eğer Peygamberler, peygamberlik iddiasın¬da bulun mas a lar di kendilerine inanılmazdı. İnsan¬lar da, Peygamberlere inanmadıkları müddetçe, kâ¬fir olarak kalırlardı. Peygamberler, peygamberlik¬lerini ilân edip bunu te'yit eden mucizebr göster¬dikçe halk onlara iman etti. Peygamberlerin nebî-lik iddiaları; kendilerini yüceltmek, şan ve şöhre¬te r.ahip olmak için değil; halka karşı olan şefkat¬lerini göstermek ve onların küfürden imana dön¬melerini temin etmek içindir. Bir velî için velaye¬tin sabit olduğunu bilmek, Imnnın şartı olmadığı gibi; bir velînin velayete sahip olduğunu bilme¬mek de küfür değildir. Şu halde, bir kimsenin ve¬layet iddiasında bulunması, nefsinin arzusunu tat¬min içindir.
Hülâsa; mucize sahibine, nübüvvet iddiasın¬da bulunmak vacip olduğu halde; velînin, velayet İddiasında bulunması caiz değildir.
Bir kısım âlimbre göre ire; velînin, velayet iddiasında bulunması, yani, «ben velîyim» demesi caizdir. Bu sebeple de, mucize ile keramet arasın¬daki farklar şunlardır:
1. Mucizeyi kabul etmek vaciptir. Kerameti kabul ise, vacip olmaz.
2. Kerameti zahir olan valinîn. nnca, kendi peygamberinin dinine bn£lı oldu İhımı ikrar etme¬siyle, velayet ve keramete sahip olduğuna hükmedillr. Hal böyle olunca, velinin bu kerameti, bağ¬lı bulunduğu peygambsrin bir mucizesi sayılır.
3. Peygamberler mucizeleri, bizzat kendileri veya halk İstediği zaman, Allah'ın (C.C.) izniyle göstermeye muktedirdirler. Çünkü, mucizelerin gösterilmesi vaciptir. Valinin ise, her istediği an, keramet göstermeye gücü yetmez. Zira, kerametin gösterilmesi vacip değildir. Hatta, mucizenin açık olması ne kadar mühim ise, kerametin de gizli kalması o kadar mühimdir. [262]

Keramet İle İstidrac Arasındaki Fark

Keramet sahibi olan kimse, bu keramet ile gu¬rurlanmaz, ve kerametini iftihar vesilesi yapmaz. Aksine, kalbindeki Allah korkusu, tevazuu ve şük¬rü artar. Bu keramete lâyık olduğu iddiasında ol¬madığı gibi; keramete, yapmış olduğu ameller sa¬yesinde eriştiği inancında da bulunmaz. Bu kera¬metin, Allah'ın (CİC.) bir lütfü olduğunu bilir ve istidrac olması ihtimalinden korkarak, daima Al¬lah'a dua eder.
İstidrac sahibi İse, kendisine izhar edilen ha¬rika İle gurur duyar. Bunu İftihar vesilesi yapar ve bu harikaya müstehak olduğuna inanır. Başka¬larına tepeden bakar, kendisinin çok büyük insan olduğuna hükmeder. Kibri artar, kendisini Al¬lah'ın gazabından emin bilir. Akıbetinin kötü ola¬cağından korkmaz. Kalbinde Allah korkusu kal¬maz. Allah'a karşı tevazuu olmaz. Nimetlere şük¬retmez. İslâm'a uymayan bütün bu haller, bu kimsede zuhur eden harikanın İstidrac olduğunu gös¬terir: [263]
Camiu's-Sağîr'in, Buharî ve Müslim tarikiy¬le Ukbetü'bnü Amr'den rivayet ettiği bir hadis-i şerifte Peygamberimiz, istidracı şöyle beyan etmiş¬lerdir:
«Allah'ın (C.C.), kendisine, dünyadan sevdiği şey¬leri verdiğini gördünüz kul, günahlarına devam edi¬yorsa; şüphe yok ki ona verilen şeyler, o kuİ için, istidractır.» [264]

Velî, Kendisinin Velî Olduğunu Bilebilir Mi?

«Allah'ın (C.C.) velî kullan, kendilerinin ve¬lî olduğunu bilebilirler mi, bilemezler mi?» mese¬lesi hakkında, İslâm bilginleri arasında ihtilâf vardır.
Ebu Bekr, b. Fevrek, «Velîler, kendilerinin velî olduğunu bilemezler.» der.
Ebu Aliyyi'd-Dekkâk ve talebesi Ebu'l-Ka-sım'l-Kuşeyrî ise, «Velîler, kendilerinin velî olduk¬larım bilirlen» der.
Her iki fikre sahip olan gurupların da, çeşitli
delilleri vardır.
Birinci gurubun delilleri şunlardır:
1. Eğer bir kimso, kendisinin velî olduğunu bilirse; o kimsenin, Allah'ın (C.C.) azabından emin olması gerekir. Zira, Kur'an-ı Kerim'de şöy¬le Duyurulmuştur:
«Allah'ın velî kullan için hiç bîr korku yoktur. Onlar mahzun da olacak değillerdir.» [265]
İslâm'ın tavsiye ettiği İman ise, ye'is ile emn arasında olmalıdır. Yani, bir mü'min, ne Allah'ın (C.C.) rahmetinden ümidini keser, vs ne de aza¬bından emin olur. Allah'ın (C.C.) rahmetinden ümit kesmek küfür olduğu gibi; azabından emin olmak da küfürdür:
«...Hakikat şudur ki, kâfirler güruhundan başka¬sı Allah'ın rahmetinden ümidini kesmez.» [266]
«...Büyük zararı göze alanlar güruhundan başka¬sı, Allah'ın İmhalinden emin olmaz.» [267]
2. Velînin velî olması, Allah'ın (C.C.) o kim¬seye muhabbeti sayesindedir. Allah'ın (C.C.) mu¬habbeti ve adavsti İse, birer sırdır. Hiç kimse, Al¬lah'ın (C.C.) bu sıfatlarına muttali olamaz. Nite¬kim, Cenâb-ı Hak, Hz. İsa'nın lisanından şöyle bu¬yurmuştur:
«.. .Benim içimde olan (her) şeyi Sen bilirsin, Ben ise. Senin zatında olanı bilmem. Şüphesiz ki, gayblan hakkıyla bilen. Sensin, Sen.» [268]
Velayet, Allah'ın (C.C.) muhabbetinin bir ne¬ticesi olduğuna ve Allah'ın muhabbeti de bir sır olup büinemiyeceğine göre, velî, kendisinin velî olduğunu bilemez.
3. Velayet, adavet, sevap, cennet veya cehen¬nem ehlinden olmak, ferdin ölüm anındaki duru¬muna bağlıdır. Bu hususta Kur'an-ı Kerim'de şöy¬le buyurulmaktadır.
«Kim Allah'a) bir iyilikle, güzellikle gelirse, İş¬te ona, bunun on katı var...» [269]
Ayette, «bir İyilik işlerse» buyuruîmuyor da; «bîr İyilikle gelirse» buyuruluyor ki, bu durum, sevaba müstehak olmanın, ferdin ölüm anındaki durumuna (hatime'ye) bağlı bulunduğunu gös-termektsdir. Diğer bir âyet-i kerimede ise şöyle buyurulmaktadır:
«(Habİbim), o küfredenlere söyle ki, eğer (kü¬fürden) vaz geçerlerse geçmiş (günahları) yarlığanacaktır... [270]
Şu hale göre, cehennemlik olmak da, hatime¬ye (ferdin ölüm anındaki durumuna) bağlıdır.
Bunları misallendirecek olursak; Önceleri müş¬rik olan Hz. Ömer, daha sonra velîlerin en büyük¬lerinden olmuştur. Evvelce Tevrat'a bağlı bir Mu¬sevî olan Abdullah İbnü's-Selâm da, sahabenin mümtazları arasına girmiştir. Kur'an-ı Kerim, birçok kimselerin zühd ve takva üzere, ibadet ve taatla uzun müddet yaşamış olmalarından sonra irtidat ettiklerini beyan eder. Kısacası; velayet, adavet, sevap ve azap, hatimeye bağlıdır. Hatime ise, kimse tarafından bilinemez. Kimin ne olarak öleceğini ancak Allah (C.C.) bilir. O halde, velî de, kendisinin velî olduğunu bilemez.
«Velî, kendisinin velî olduğunu bilebilir» di¬yen ikinci gurubun delilleri:
«velâ"etin İki rüknü vardır :
a) Velî, dış görünüşüyle, İslâm'a tamamen uymaktadır.
b) Batında ise, hakikat nuruna garkolmaîıdır. «Bir kimse, kendisinde bu iki rüknün mevcut ol¬duğunu bildiğinde, kendisinin velî olduğunu da bilir.»
Kişinin, zahirde İslâm'a bağlılığı açıktır. Bu hal, o kimsenin, bütün hayatının, hareketinin ve düşüncesinin islâm'a uygun olması demektir.
Ferdin, hakikat nuruna garkolması ise şöyle izah edilir: Bir kimsenin bütün ferahı ve sevinci, Allah'a (C.C.) taatle olur. Dünya nimetleri va ziy¬netleri o kimseyi sevindirmez. Bu kimselerin kalp¬leri ve gönülleri, ancak, Allah'ı (C.C.) zikırderek sükûnet bulur. Bunlar, dünyanın malına, serveti-ns ve zenginliğine gönül vermezler. Dünya meş¬galesi, kendilerini ahiretten alıkoymaz.
Bü'ün bunlara rağmen, bu hususta yanılma çok olur ve hüküm vermek zordur. Hem, veliliğe kesin şekilde hüküm vermek gururdur; hem de bütün sırların hakikatini, ancak Aîîah (C.C.) bi¬lir. [271]
İslâm büyüklsrinden meşhur âlim İmam Rab¬bani, «Mektubat» isimli eserinde bu hususta şun¬ları kaydeder:
«Bir velînin, kendisinin velî olduğunu bilmesi as-1 la şart değildir. EvliyauIIahtan birçoklarının, kendile¬rinin velayetlerinden haberi yoktur. Kendileri, velî ol¬duklarım bilmediklerini göre; başkalarının da, bu zatların velî olduklarını bilmeleri şart değildir.
Keramet ve harikanın gösterilmesi de, velilik için şart değildir. Velîler, keramet göstermekle mükellef değillerdir. Velayet, Allahh'a (C.C.) yakınlıktır ki, Al¬lah (C.C), bu yakınlığı velî kullarına ikram eder. Kul¬larından bir kısmına hem yakınlık verir, ve hem de o kullarım bir kısım hâdiselere muttali k t. Bir kısım kulianna da yakınlık verir; fakat, hadiselere muttali ornıa gibi harikalar vermez, bazılarına da. yakınlık vermez; yalnız harikalar verir ve bazı şeyleri keş¬fettirir. Bu üçüncü şahıs, İstidrac ehlindendir. Birinci ve îKincı kısuımüaKi zaıiur ise; Ai.an m IC.C.) velî kulları olarak, yakınlık devletiyle müşerref olmuş¬lardır. Bunların, Allah'ın izni ile, bazı şeyleri keş¬fetmeleri ve keramet göstermeleri, velayetlerinden ne bir şey fazlalaştırır, ne de bir şey eksiktir. Bu yön¬den aralarında fark yoktur. Bu zatların aralarındaki fark, Allah'a (C.C.) yakınlık dereceleri iledir. Çoğu zaman, keşfi ve kerameti zuhur etmiyen Velîler, bu haller kendilerinden zuhur edenlerden daha üstün¬dürler. Kendilerinden keramet zuhur eden bir kısım velîler, son zamanlarda, bu kerametlerin zuhuruna nedamet göstermişlerdir.
«Peygamberler için ise, harikaların zuhuru şart¬tır. Nebî olan zatın, peygamber olmayandan ayırt edilebilmesi için, bu şarttır. Zira, Peygamberin, pey¬gamber olduğunu bilmesi vaciptir. Velî, eğer kendi peygamberinin dinine davet .ediyorsa, onun için, o pey¬gamberin mucizesi yeterlidir. Dinden gayri bir şeye davet ediyorsa; onun için harika lâzım olmaz.
«Halkın umumu, bir kimseyi büyük bir zat ola¬rak tanımak için, onun kerametine hnkar. Halbuki, kerameti çok olanın bu haîi, velayetinin daha mü¬kemmel olduğunu göstermez. Hatta, çoğu kere, kera¬meti az olanın velâycii daha mükemmel olur.
«vu gerçek bilinmelidir ki; velayetin-hası! olu¬şunda, velayet sahibinin, kendi valililiğini büffesi şart değildir. Meşhur olan görüş budur. Bu sebeple, çoğu zaman, ilfm ve keşif sahibi olan velîlerin, ken¬dilerinden zuhur eden harikalardan da haberleri ol¬maz.» [272]

Evliyanın, İslâm Prensiplerine Bağlı Kalması Şarttır

«Velî, ancak resulün risaletini tasdik eden, tam inanan ve dinin emirlerini harfiyen tatbik eden kimr sedir,»
Bir takım harikalar izhar ederek, cahillerin gözlerini boyayıp, dini yıkmağa kastedenler, hiç bir zaman velî olamaz.
Bütün nebilerin, tebliğ ettikbri dine bağlı olup o dine uygun amel ettikleri gibi; velîlerin, ariflerin, sıddîkların, salihlerin ve diğer insanla¬rın da İslâm'ın bütün prensiplerine uygun hare¬ket etmeleri şarttır. İslâm'ın hükümlerine aykırı amel ve söz edenler, vasıfları ve kişilikleri ne olur¬sa olsun; hatalıdır, sapıktır.
Bu hususta, Maruf Kerhî'nin talebesi, Cü-neyd-i Eağdadî'nin dayısı vs hocası Seriyyü's-Sa-katİ (Rh. A.) şöyle der.
«Gerçek mutasavvıf, üç ismi ihtiva etmelidir :
a) Marifet nurlan, vera nurunu söndürmemelidir. [273]
b) Kuran'ın zahirine muhalif olan batın ilmi¬ni konuşmamalıdır. [274]
c) Kendisinden zuhur eden kerametler, onu lah'ın yasaklarım ihlâl etmeye sevketmemelidir » [275]Yine bu zat buyurur ki:.
«Bir arif, bahçeye girse; bahçedeki bütün ağaçla ağaçlardaki bütün kuşlar, açık bir lisanla 'Esselânn aleyke ya veliyyellah' diye kendisine selâm verseler velî üzerine vacip olan, Allah'tan korkusunun daha da da artmasıdır. Eğer korkusu çoğalmaz, sürür ve rura kapılırsa; bu hal onun için istidrac ve felûket olur. [276]
Bayezid-i Bistamî'nin arkadaşları anlatıyor:
«Muhitimizde velayet ve keramet sahibi bir kim¬senin ismi duyulmaya oaştamıştı, ünden ciue bu kim¬senin zahitliği dolaşıyordu. Bir gün Bayeaid, bize 'kal¬kın gidelim; şu velayet ve zühtle meşhurlaşmiş olan zatı birlikte görelim" dedi. Kalktık ve bu kimsenin bulunduğu yere vardık. Aradığımız zat da, evinden çıkmış mescide girmişti. Mescide girerken kıbleye doğru tükürerek o mübarek makama saygısızlıkta bulunmuştu. Bunun üzerine Bayezid, o şeyhe selâm vermeden ve konuşmadan geri döndü. Biz, bu durum¬dan bir şey anlayamamıştık. Bize dönerek dedi ki:
'Bu adam ki, Resuiüllah'ın (SAS.) âdaplarından birisini muhafaza etmede emin olamıyor. Nasıl olur da, iddia ettiği velayet ve kerametlerde emin olabilir ve kendisine güvenebilir. Siz, kendisine harikalar ve¬rilmiş bir kimseyi gördüğünüz zaman, velevki bu kimse, havaya bağdaş kurup oturmuş olsun; o kimse¬nin bu harikasına aldanmayın. Velayetine ve Allah'a yakınlığına itikad etmeyin. Zira, bu bir istidrac da olabilir. Ancak, siz, onun emir ve nehiylere karşı na¬şı! davrandığına; Allah'ın kulları için çimiş olduğu hudutları nasü muhafaza ettiğine; İslam'la nasıl amel ettiğine bakın, ve o kimseye buna göre itibar edin. Kıbleye, mescide karşı tükürmek yasaktır. Bu yasağa riayet ise, İslâm'ın âdaplanndandir. İslâm'ın herhan¬gi bir edebine riayetsizlik ise keramet ve velayete ma¬nidir.'»
Ebu Süleyman ed-Daranî der ki:
«Çoğu zaman, feyiz yoluyla kalbime birtakım su¬lar ve tecelliler vaki olurdu. Fakat ben bunları kitap ve sünnetten iki âdil şahit olmadan kabul etmez¬dim.» [277]Cüneyd-i Bağdadî der ki:
«Allah'a ulaştıran yolların hepsi kapalıdır. Ancak Rasulallah'ın yoluna uyanlara yollar açıktır.
İtikatta, amelde, bütün hareket ve konuşma¬larda Resulüllahm yolu ve sünnetleri üz3rinde olanlar ancak Allah'ın rızasını kazanabilirler.
Evliyanın, îslâmî prensiplere bağlı olmasının gerekliliği hususunda İmam Rabbani (Rh. A.)t Mektubat'ında şöyle demektedir:
«İslâm'ın hükümlerini işbatta muteber olan, kitap ve sünnettir. Müctehitlerin kıyası ve ümmetin icmaı da, ahkâmı isbat ederler. Bu dört şer'î delilden başka hiç bir şey, dinî ahkâmı isbat edemez. Ne ilham, ne de keşif ve velayet sahibi kimseler, haram-heiâl, farz ve sünnetten hiç bir hüküm koyamazlar. Velayet sa¬hipleri de, müetehitleri taklitte diğer mü'minler gibi¬dirler. Bunların ilhamları ve keşifleri. müctchirîİ tak¬litte, bunların başkaları üzerine daha meziyetli olma¬larını gerckthmez. Bu büyük zevatın meziyetleri baş¬ka hususlardadır. Zira bunlar, keşif ve müşahede sa¬hibidirler. Yaşayınca Allah için yaşarlar, ölünce Allah için ölürler.
«İslâm'ın hükümleri bir ağaçtır. Marifet de bu ağacın meyveleridir. Ağaç, yaşadığı ve iyi bakıldığı müddetçe meyve beklenir ve güzel olur. Ağacı kesip de meyve bekleyen kimseden daha ahmak kim ola¬bilir? Ağacın kökünde hastalıklar, sakatlıklar olun¬ca meyveler de yok olur.
«Bu halde islâm'a bağlı olan kimse, marifet sa¬hibidir, islâm'a bağlı ve müdavim olmayan kimse¬nin marifetten nasibi yoktur. Eğer bu kimseden her¬hangi bir keşif olursa; istidractır. islâm'ın reddettiği her şey zındıklıktır, küfürdür.» [278]Seyyid Ahmed Rufaî (Ah. A.) de, «EI-Bürha-nü'1-Müeyyed» isimli kitabında şöyle der.
«Tarikat, şeriatın aynıdır. Aralarındaki fark, lâfız-, dadır. Maddeten ve manen netice birdir. Şeriatın red¬dettiği her şey zındıklıktır. Efendiler!. 'Ebu Yezid böyle dedi', 'Haris şöyle söyledi1, 'Hallaç bu sözlerde bulundu" deniliyor. Bu nasıl sözdür? Bu lâkırdılar¬dan önce îmam Numan, imam Şafiî, İmam Malik, !iham Ahmet, bunlar ne dedi? Bunlara bakmalısınız. Kulluk işlerinizi bunlarin sözleriyle tashih etmelisi¬niz. Bundan sonra, fazla sözlerle menfaatlenebilirsiniz. Ebu Yezid'in, Ebu Haris'in sözleriyle bir şey çoğa¬lıp azalmaz. Ama Şafiî, Malik, Numan ve Ahrned'in sözleri en güzel yollardır. îlim ve amel ile şeriatın te¬mellerini muhkem kıldıktan sonra; îlim ve amelin ka¬palı olanlarına himmetinizi yürütünüz.» [279]Peygamberlerin, Allah tarafından verilmiş, üstün tıfatian vardır.
İslâm'ı bilmeyen sapıklardan bazıları, velilik mertebesinin, peygamberlik mertebesinden efdal olduğunu iddia edsrler. Böyle bir iddia, kim ve ne¬reden gelirse gelsin; buna inanan kâfirdir.
Yukarıda da dediğimiz gibi; İtikatta, amelde, bütün hareket ve konuşmalarda Resuluîlahm yo¬lu ve sünneti üzerinde olanlar ancak Allah'ın rı¬zasını kazanabilecek, vs onlar ilâhî lûtuflara eri¬şeceklerdir. [280]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
haydarı kerrar

haydarı kerrar


Mesaj Sayısı : 355
Kayıt tarihi : 02/07/10
Nerden : ANKARA

Ömer Nesefi Akaid ders-3 Velilere İman Empty
MesajKonu: Geri: Ömer Nesefi Akaid ders-3 Velilere İman   Ömer Nesefi Akaid ders-3 Velilere İman Icon_minitimeCuma Ekim 01, 2010 3:07 pm

[210] Harputî, ag.e.t s. 369.
[211] Ömer Nesefi, İslam İnancının Temelleri Akaid, Bayrak Yayınları: 149-151-152.
[212] Ömer Nesefi, İslam İnancının Temelleri Akaid, Bayrak Yayınları: 152.
[213] Ömer Nesefi, İslam İnancının Temelleri Akaid, Bayrak Yayınları: 152.
[214] Yunus Sûresi, âyet. 62, 63.
[215] El- Bakara Sûresi, âyet. 177.
[216] Ömer Nesefi, İslam İnancının Temelleri Akaid, Bayrak Yayınları: 153.
[217] Ömer Nesefi, İslam İnancının Temelleri Akaid, Bayrak Yayınları: 153-154.
[218] Ömer Nesefi, İslam İnancının Temelleri Akaid, Bayrak Yayınları: 154.
[219] Hamdı Yazır, a.g.e., C. I.s. 599.
[220] Er-Razl, a.g.e,, C. II, s. 145; Hamdi Yazır, a.g.e., C. 1 s. 598-599.
Ömer Nesefi, İslam İnancının Temelleri Akaid, Bayrak Yayınları: 154-155.
[221] Tabert (Hamdi Yazır, a.g.e., C. IV. s. 2731'den naklen).
[222] Et-Feth Sûresi, âyet. 29.
[223] Tâcü'l-Usûl fî Ahâdisi'r-Resul. C.V, s. 83.
[224] Er-Razi. a.g.c, C.V, s. 14; Hamdı Yazır, a.g.e.t C. IV, s. 2731; Tefsîrü îbni Kesir. C. II. s. 422.
Ömer Nesefi, İslam İnancının Temelleri Akaid, Bayrak Yayınları: 155-156.
[225] Yunus Süresi. âyet. 63.
[226] Yunus Süresİ, âyet 64.
[227] Er, Razi a.g.e., C.V, s. 14.
Ömer Nesefi, İslam İnancının Temelleri Akaid, Bayrak Yayınları: 156-157.
[228] El-Bakara Sûresi, âyet. 257; Er-Razi, a.g.e., C.V, 5. 14.
Ömer Nesefi, İslam İnancının Temelleri Akaid, Bayrak Yayınları: 157-158.
[229] Ömer Nesefi, İslam İnancının Temelleri Akaid, Bayrak Yayınları: 158-159.
[230] Âli İmran Sûresi, âyet. 37.
[231] El-Kehf Sûresi, âyet. 9-10.
[232] En-Neml Sûresi, âyet. 38-40.
[233] Ömer Nesefi, İslam İnancının Temelleri Akaid, Bayrak Yayınları: 159-161.
[234] Buhari C. II, s. 29; Müslim. C. IV, s. 2099.
[235] Ömer Nesefi, İslam İnancının Temelleri Akaid, Bayrak Yayınları: 161-162.
[236] Teftazanî, a.g.e., C. II, s. 204; Er-Razİ» a.g.e., C. V. S 685; Davudü'l-Karşî, Şerhu Nûniye, s. 85-86.
[237] Ömer Nesefi, İslam İnancının Temelleri Akaid, Bayrak Yayınları: 163-164.
[238] Yunus Sûresi, âyet. 62.
[239] El-Bakara Sûresi, âyet. 257.
[240] El-Mâide Sûresi, âyet. 54.
[241] El-Bakara Sûresi, âyet. 165.
[242] El-Bakara Sûresi, âyet. 222.
[243] Buhari Nevevl, (Hasan Hüsnü Erdem, ttâhî Hadis-ter. Diyanet îşleri Bask. Yy. 31/4, 1963, s. 31'den nak¬len).
[244] Dürrü'n-Nadîd min Mecmuati't-Hafid s. 78.
[245] Er-Razi,a.g.e., C. V, s. 687-688.
Ömer Nesefi, İslam İnancının Temelleri Akaid, Bayrak Yayınları: 164-167.
[246] Ömer Nesefi, İslam İnancının Temelleri Akaid, Bayrak Yayınları: 167.
[247] Ömer Nesefi, İslam İnancının Temelleri Akaid, Bayrak Yayınları: 167-168.
[248] El-Bakara Sûresi, âyet. 23-24. 168
[249] Ömer Nesefi, İslam İnancının Temelleri Akaid, Bayrak Yayınları: 168-169.
[250] Cürcanî, a.g.e., C. II, s. 410-412. 170.
[251] El-A'raf Sûresi, âyet. 121-122.
[252] El-Îsra Sûresi, âyet, 88.
[253] Ömer Nesefi, İslam İnancının Temelleri Akaid, Bayrak Yayınları: 169-172.
[254] Harikalar hakktnda daha geniş bilgi için bkz. Er-Razi. a.g.e., C. IV, s. 478-479; Teftazanî. a.g.e., C. Iî, s. 171; Cürcanî. a.g.e., C. II, s. 423-424; El-Hüsnü'UHamlde li Muhafazalı Akaid'l-îsîâmiyyc, s. 80-87.
[255] Ömer Nesefi, İslam İnancının Temelleri Akaid, Bayrak Yayınları: 172.
[256] Ömer Nesefi, İslam İnancının Temelleri Akaid, Bayrak Yayınları: 173.
[257] Ömer Nesefi, İslam İnancının Temelleri Akaid, Bayrak Yayınları: 173.
[258] Ömer Nesefi, İslam İnancının Temelleri Akaid, Bayrak Yayınları: 173.
[259] Et-A'raf Sûresi âyet. 182-183.
[260] El-En'am Sûresi, âyet. 44.
Ömer Nesefi, İslam İnancının Temelleri Akaid, Bayrak Yayınları: 174-175.
[261] Ömer Nesefi, İslam İnancının Temelleri Akaid, Bayrak Yayınları: 175-177.
[262] Ömer Nesefi, İslam İnancının Temelleri Akaid, Bayrak Yayınları: 177-179.
[263] Er-Razl, a.g.e., C.V, s. 690-691; Tcftazanî, a.g.e., C. II. s. 204; Ramazan Efendi, a.g.e., s. 209.
[264] Cclâlüddin Es-Suyutî, Camiu's-Sağîr, C. I, s. 21.
Ömer Nesefi, İslam İnancının Temelleri Akaid, Bayrak Yayınları: 179-180.
[265] Yunus Sûresi, âyet. 62.
[266] Yusuf Sûresi, âyet. 87.
[267] El-A'raf Sûresi âyet. 99.
[268] El-Maide Sûresi, âyet. 116.
[269] El-En'am Sûresi, âyet 160.
[270] El-Enfât Sûresi, âyet. 38.
[271] Er-Razi, a.g.e., C.V, s. 694.
[272]İîmam Rabbanî, Mektubat, C. I, s. 138-139.
Ömer Nesefi, İslam İnancının Temelleri Akaid, Bayrak Yayınları: 180-184.
[273] Vera: Şüpheli şeyleri dahi terk ederek bütün ha¬ramlardan sakınînsk ve bütün faziletleri yapmaklır. Kişide marifet nurlan parıldadıkça ve kendisinde ba¬zı fevkalâde halîçr zuhur ettikçe Allah'tan verasi (korkusu) daha da çoğalmahdır.
[274] İslâm Dininde nasiar (âyet, hadis), zahirleri üzerine hamledilir. Nasların zahirinden sapıp batın ehlinin id¬dia ettikleri mânâlara inanmak zındıklıktır. Bütün ehl-i sünnet âlimlerinin; bu hususta ittifakları vardır.
[275] Zira. bir kimse, İslâm'da haram olan şeyleri irtikap ederken, kendisinden zuhur eden harikalar keramet olmaz; aksine İstidrac olur.
[276] Muhammed Hadimi. Şerhti Berîka, C. 1, s. 146.
[277] A.g.e., C. I, s. 144-150.
[278] Rabbani, a.g.e., C. II, s. 96-96. (55. mektup)
[279] Ömer Nasuhİ Bilmen, Mtıvazzah İlmi Kelâm, s. 42.
[280] Ömer Nesefi, İslam İnancının Temelleri Akaid, Bayrak Yayınları: 185-188.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Ömer Nesefi Akaid ders-3 Velilere İman
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
buharalıbilvanisli.com :: Fıkıh Kaynakları :: Akaid Kaynakları-
Buraya geçin: