Bismillahi Teala.. hz.İmam-ı Rabbani efendimizin (ks.) tahkiki vech ile 'Vuslat' yolu ancak ikidir: seyr-i süluk yolu ve seyr-i süluk'suz yol..seyr-i süluk yolunda: ilim ve amel ayağı ile yürünür, bunda nefis tezkiyesi kalb tasfiyesinden evvel gelir (o sebeble ağır riyazatlar ve mücahedeler de gerektirir) ve bu yolda mutlaka bir şeyh tevassutu, mürşid intisabı aranır; zira müridler ve muhibler ve talibler yoludur..seyr-i süluk'suz (bilinmeyen ve görülmemiş) yola gelince: bu yolda kalb ve ruh ayağı ile yürünür, kalbi tasfiye nefsi tezkiyeden evvel gelir ve hakikatte (nadirul-vücud zevata göre) bir şeyh intisabına, mürşid tevassutuna da lüzum ve mahal bırakmayan bir yoldur..buna (seyr-i süluk'suz yola) Ma'şuk yolu, Sultan yolu da derler.. bu yolda Maksud'a varıncaya (ve Sultan'a av oluncaya) kadar kişi mahabbet kuşatmasından çıkmaz (bırakmazlar çıkamaz da zaten) ve Sekir bineğinden inmez (izin vermezler inemez de zaten).. işte bu yol Muradlara (ve Mustafalara) has bir yoldur..şimdi, ne demek istiyoruz? mes'ele şudur: yüce Nakşbendî tarikı bu 'hiç bilinmeyen ve görülmemiş' yolu (diğer bir tabirle seyr-i süluk'suz rehbersiz yolu) bir seyr-i süluk sistemi haline getirmişdir.. o sebeble yukarıda 1. baba dahil olan müridler sınıfı bile bu büyüklerin torpili (yüksek tasarruflarının bereketi) ile muradî'lik hesabına imtiyaz kazanırlar.. (yani bu ehass yola alınırlar..) fefhem cidden!..öyle özel bir yol ve nisbet ki onun şanında hz.İmam-ı Rabbani efendimiz şöyle buyurmuşlar: " eğer şeyhin adab u erkanına riayet edilirse bu yolda vuslat (belki değil) muhakkaktır.." nitekim, hz.Şah-ı Nakşbend efendimizin talibler içün Hakk Teala'dan niyaz eylediği "Mutlak Erdirici" vuslat yolu işte bu yoldur.. (yani hiç bilinmeyen ve görülmemiş bir yol..)soru: madem ki hakikatte seyr-i süluk'suz bir yol varmış ve bunda şeyh intisabına, mürşid tevassutuna da ihtiyaç yokmuş o halde siz niçün ille de şeyh lazım; tarikatsız olmaz dersiniz?..el-cevap: söz konusu seyr-i süluk'suz (mürşidsiz rehbersiz bilinmeyen ve görülmemiş) yola girenler (ki onlar nadirul-vücud zatlardır misal: hz.Ma'şuk-i Tûsi, hz.Emir Ali 'Abu, hz.Hüseyin el-Kassab vb..) ibtidalarında (1.bab) seyr-i süluk üzre olan bir büyük kafile ile (tarikatla) ve rehberle (şeyhle) beraber girmişler bilahare kafileden (tarikattan) ayrılarak (yani çekilerek) bu hiç bilinmeyen ve görülmemiş yola revan olmuşlardır, hem de görülmemiş büyük bir cezbe ve aşk u mahabbet kuşatması ile..eğer bu sekir ve cezbe hücumu (ve mahabbet kuşatması) ile bu zatların hürmetli hallerine İlahi koruma ve kollama tealluk etmese idi onlar bu yola ne girmeye ne de devam ettirmeye kendilerinde zerre kadar mecal bulamayacaklardı..binaen-ala-haza, bugün bir kişi kalkıp da "işte ben ferden ferda bir tarik-ı şüttara, bilinmeyen ve görülmemiş bir yola müntesib bulunuyorum, kendi kendime zühd ederim, oturur risalemi okurum, hz.Ma'şuk-i Tusi'nin vasıl olduğu sahaya da ulaşır ol Sultan'a av olurum.." derse cehlini ibraz eder ve en büyük ahmaklardan olur !..zira bunu da'va edenin aklı başındadır; raqîb olduğu bir sekir bineği bulunmamaktadır, ne kuvvetli ne de zaif mahiyette bir cezbesi de yoktur ve mahabbet kuşatması altında da değildir.. hz.İmam'ın (ks.) buyurduğu gibi: " Kılavuzları da olmayınca afaki ve enfüsi şeytanların tasallut ve taarruzundan hâlî değildirler, şeytandan yakayı kurtaramazlar.." ve hatta şöyle der: " bu rehbersizlerin başları kesilir.." (yani dalaletin bir ucundan yakayı ele verip helaka müeddi olacak taraflara zehab olurlar..)netice: tarikatsızların 'tasavvuf' iddiası kuru davadan ibarettir, bu bir yönüyle de Murad olmadıkları halde kendilerini Murad kullardan olma/sayma ma'nasına geliyor.. (güya) mürid olup seyr-i süluk ve rehber tevassutu ile maksada ermelerine gerek yoktur (diye hayal ederler..)heyhât!.. kendilerinde 1.bab seyr-i süluk'a dair ne ilim vardır ne amel ne riyazat ne de mücahede.. 2.bab seyr-i süluk'suzların(nadirul-vücud zatların) yoluna mahsus olarak da ne cezbeleri vardır ne vecidleri ne mahabbet kuşatmaları ne de sekir binekleri.. bütün bunlara rağmen derler ki: " bize ne rehber ne tarikat ne de erkan lazım: risale var üstad bes hôppaa velayet-i Kübrâa (!).."