EL-VALİ (C.C.)
“Her şeyi ve mülkünü tek başına tedbîr ve idare eden.”
Bilirsiniz ki, âlemde şehirler, memleketler vardır. Her şehirin bir idarecisi bulunur. Yine onun da başında bir hükümdar âmirdir. En küçük köylerden, en büyük şehirlere ve memleketlere kadar bütün cemiyetlerin emir¬leri, melikleri, valileri vardır ki, âlemin nizamı devam et¬sin.
Cihangir padişahlar, melikler, valiler yaratan ve bütün kâinatı, bütün mevcudatı idare eden biricik ve en büyük vâlî Allahü Teâlâ'dır. O, öyle bir vâlî-i a'zam, öyle bir me¬liktir ki, bütün kâinatı tek bir emirle yokluktan varlığa çıkardı. Dilerse bu kâinatın bir benzerini veya binlerce âlemi yine yaratmaya kadirdir. Kur'an-ı Kerim bize fer¬man ediyor:
“Allah'ın şanı, bir şeyin olmasını dilediği zaman, ona sadece “Ol!” demektetir; o (hemen) oluverir.” [204]
Yani hiçbir şey yoktur ki, O'nun tedbîr ve iradesiyle, kudret ve tasarrufunun te'siriyle olmasın. Yine herşey vakti geldiğinde ancak O'nun iradesiyle, emr ü fermaniyle ölür. Ölür de, öyle kalır mı? Hayır! Bu kere yeniden dirilt¬mek yine O'nun kudretiyle olur. Bir kimse öldü de, artık onun işi bitti, ondan bir şey sorulmaz denemez. Ölenler O'na döndürülür, doğanlar O'nun lütfuyla varlık bahçesine gelir.
Şânı pek yüce olan Allah vâlîdir. Ne var ki, bizim bil¬diğimiz valiler gibi olmaktan münezzehtir. Meselâ: Bir vi¬layetin valisi ancak oturduğu odada, gözünün önündekileri görebilir. Odanın dışında cereyan eden hadiselere vâkıf olamaz. Nerde kaldı ki, bütün şehrin, bütün hadisel¬erini bilecek. Dahası var. Emrindeki insanların kendisi hakkında neler düşündüklerini, ne plânlar yaptıklarını ve neler tasarladıklarını bilmesi de mümkün değildir. Bir şehri tek başına idare etmek şöyle dursun, yüzlerce yardımcısı olduğu halde yine herşeyden haberdar olamaz. Onların cehaletlerini ayaklarının altına koymuş olsak, bel¬ki başları dağları aşardı. Allahü Teâlâ'nın ilmine karşı on¬ların bilgisi bir hiçtir. Bildikleri zerre ise, bilmedikleri dağlar kadardır. İşte yaptıkları işler de böyle noksandır.
Buna mukabil Yüce Allah bütün kâinatta, yerde, gökte, denizlerin derinliklerinde, toprağın altında neler oluyor ve daha neler olacak; kim doğacak, kim ölecek, kim ne¬reden nereye gidecek, bütün bunları takdir etmiştir. O'nun dediğinde ne bir fazla, ne bir eksik olur.
Bütün âlemde ardı arkası kesilmeyen hâdiseler O'nun takdir buyurduğu gibi akıp gider. Zaman suyu kuru¬madığı gibi, o zaman zarfında vuku bulan hadiseler de durmaz. Tâ ki, Allahü Teâlâ “Dur!” diyene kadar.
Âlem dolusu halkın, her birinin nerede, ne zaman doğacağını, nerede ne gün, hangi saatte öleceğini, hayat boyunca her nefeste neler yapacağını, kabirde başına neler geleceğini ve kıyametin ne zaman kopacağını bütün ke¬maliyle Allahü Teâlâ bilmektedir. Çünkü herşeyin dizgini O'nun elindedir. Olanlar, O'nun iradesiyle olmaktadır.
Aklı başında hiçbir kul, “ben gizlenirim de Allah be¬nim ahvalimi, sırlarımı bilemez” demek cehaletini göster¬mez. Bu hal yalnız Âdemoğlu için de değildir. Bütün alemlerde ne kadar varlıklar mevcutsa, Yüce Hâlık, hepsi¬nin ahvâlini tek tek bilir. Herşeyi ilmiyle, kudretiyle kuşatıvermiştir.
İşte O, böyle bir Vâlî-i A'zamdır. O'nun misli ve benze¬ri yoktur. O herşeyi kudret elinde tutandır. Diyeceğim o ki:
Sadece nedamettir şaşı kişinin kân,
Olmalıdır, ey adam, sende ibret nazan! [205]
[204] Yasin, 82.
[205] Mustafa Necati Bursalı, Esma-i Hüsna Şerhi, Erhan Yayınları: 259-261.