buharalıbilvanisli.com
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

buharalıbilvanisli.com

Sofilerin Buluşma Noktası Buhara
 
AnasayfaAnasayfa  GaleriGaleri  Latest imagesLatest images  AramaArama  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  
buharalıbilvanisli.com Son Konular
KonuYazanGönderme Tarihi
Salı Şub. 08, 2011 11:13 am
Cuma Ocak 28, 2011 9:56 am
Salı Ocak 11, 2011 10:43 pm
Salı Ocak 11, 2011 10:41 pm
Çarş. Ocak 05, 2011 8:01 am
Çarş. Ocak 05, 2011 7:57 am
Çarş. Ocak 05, 2011 7:40 am
Salı Ocak 04, 2011 6:58 pm
Salı Ocak 04, 2011 6:32 pm
Salı Ocak 04, 2011 6:32 pm
Salı Ocak 04, 2011 9:37 am
Ptsi Ocak 03, 2011 7:15 pm
Ptsi Ocak 03, 2011 7:02 pm
Ptsi Ocak 03, 2011 6:55 pm
Ptsi Ocak 03, 2011 6:43 pm
Ptsi Ocak 03, 2011 6:27 pm
Perş. Ara. 30, 2010 10:23 am
Perş. Ara. 30, 2010 8:27 am
Paz Ara. 26, 2010 2:53 pm
Paz Ara. 26, 2010 2:43 pm
Cuma Ara. 24, 2010 8:11 pm
Cuma Ara. 24, 2010 1:34 pm
Cuma Ara. 24, 2010 8:50 am
Perş. Ara. 23, 2010 1:19 pm
Perş. Ara. 23, 2010 8:12 am
Similar topics

 

 İMAM CAFER VE MEZHEBİ

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
gespenst

gespenst


Mesaj Sayısı : 588
Kayıt tarihi : 24/06/10
Nerden : ANKARA

İMAM CAFER VE MEZHEBİ Empty
MesajKonu: İMAM CAFER VE MEZHEBİ   İMAM CAFER VE MEZHEBİ Icon_minitimePaz Haz. 27, 2010 10:43 am

İMAM CAFER VE MEZHEBİ [1]

İmam Caferi Sâdık (80 -148 H.)

Hicri I. asrın sonunda ve II. asrın ilk yarısında Medineli Münevvere'de nurlu bir irfan kaynağı ve Hz. Ali'nin soyuna mensup bir aile vardı. Şehidoğlu şehid Hz. Hüseyin'in ölümü faciasından beri Ehl-i Beyt mensupları sadece İlimle uğraşıyorlar, atalarının zekâ ve hida¬yet nurunu aksettiriyorlardı. Onları sahip oldukları şeref, basit işler¬le uğraşmaktan ahkoyardı. Bu sayede onlar, daima acısını tattık¬ları ve hiç faydasını görmedikleri siyasetten uzaklaşarak, ilmî çalış¬malara yönelmişler, atadan oğula miras kalan ictihad mevkilerini ko¬rumuşlardı.
Ali Zeynelâbidin, İlim ve asalet bakımından Medine'nin önderi idi. Oğlu Muhammed Bakır da ondan İlim ve irşat önderliğini miras olarak almıştı. İslâm âleminin her tarafından birçok bilginler ona baş¬vurur, Medine'ye gelen herkes, kendisini ziyaret etmeden gitmezdi. Kendisini ziyaret eden ve Ehl-i Beyt taraftarı gözüken sapıklarla, bü¬rünmüş oldukları gizlilik kisvesi altında din dışı fikirlere sahip olan¬ları azarlar ve hayal kırıklığına uğratarak, yüzüstü geri çevirirdi.
İslam fıkhının büyük İmamlarından Süfyan-i Sevrî, Süfyan b. Uyeyne, Irak fakihîerinin başı Ebu Hanife onu ziyaret eder ve irşat¬larından faydalanırdı. Irak'ın re'y ile meşhur olan büyük fakihi Ebu Hanife, Muhammed Bakırla Medine'de ilk karşılaştığı zaman arala¬rında şöyle bir konuşma geçmişti:
Muhammed Bakır:
— Dedemin yolunu ve hadislerim kııyasla değiştiren sen misin ? dedi.
Ebu Hanife:
trr Sen, sana lâyık olan bir şekilde yerine otur.. Ta ki ben de, ba¬na lâyık olan bir şekilde yerime oturayım: Dedeniz Muhammed?(S. A.)'e hayatında sahabîleri nasıl saygı duyuyorlarsa, aynı şekilde ben de size saygı besliyorum,'dedi.:
Bunun üzerine her ikisi de oturdu ve. Ebu Hanife söze şöyle baş¬ladı:
— Size üç sorum var, lütfen cevap veriniz:
1 — Kadın mı yoksa erkek mi daha zayıftır? Muhammed Bakır:
— Kadın, dedi. Ebu Hanife:
— Kadının mirasta hissesi erkeğe nisbetle kaçtır? diye sordu. O, buna:
— Erkeğin hissesi iki, kadının hissesi birdir, diye cevap verdi.
— Ebu Hanife:
— Dedenizin sözü işte budur. Eğer ben onun dinini değiştirmiş olsaydım, kıyasa dayanarak, erkeğe bir, ,kadma iki hisse verilmesini söylerdim. Çünkü kadın erkeğe nazaran daha zayıftır, dedi.
2 — Namaz mı, yoksa oruç mu daha efdaldır?
İmam Muhammed Bakır, Ebu Hanife'nin bu sorusuna:
— Namaz daha efdaldır, cevabını verdi. Ebu Hanife:
— Bu da dedenizin sözüdür. Eğer ben onu değiş tirşeydim, kıyas gereğince kadının ayhâlinden temizlendikten sonra namazı kaza et¬mesini, orucu da kaza etmemesini emrederdim, dedi.
3 — İdrar mı, yoksa meni mi daha pistir?
Ebu Hanife'nin bu sorusuna da Muhammed Bakır:
— İdrar daha pistir, diye cevap verdi. Ebu Hanife:
—Dedenizin dinini kıyasla değiştirseydim, idrar yapıldıktan sonra gusledilmesini, meni çıktıktan sonra da abdest alınmasını söy¬lerdim. Fakat, kıyasla dedenizin dinini değiştirmekten Allah'a sığını¬rını, dedi.
Bunun üzerine Muhammed Bakır kalkıp Ebu Hanife'yi kucakla¬dı, yüzünden öptü ve ikramda bulundu.
Bu olaydan anlaşılıyor ki, Muhammed Bâkır'ın İmamlığını bütün bilginler kabul ediyor, kendi görüşleri hakkında ona bir nevi hesap veriyor ve onun başkanlığını kendi istekleriyle teslim ediyorlardı; tâ ki o, kendilerine doğru yolu göstersin.
Muhammed Bakır, bütün sahabilere saygı gösterir, özellikle Ebu Bekr ve Ömer'i (R.A.) hepsinden üstün tutarak, şöyle söylerdi: «Ebu Bekr ve Ömer'in üstünlüğünü tanımayan Sünneti tanımamaktadır. Muhammed Bakır, bir gün dostlarından Câbir el-Cufî'ye şöyle söyle¬miştir: «Ey Câbir, Irak'ta bizi sevdiğini söyleyen, Ebu Bekr ve Ömer'e dil uzatan ve kendilerine benim böyle emrettiğimi iddia eden bir topluluk türemiş. Onlara, benim kendilerinden beri olduğumu söyle. Al¬lah'a and olsun ki eğer ben halîfe olsam, onların hepsini Allah için öldürürüm. Eğer Ebu Bekr ve Ömer'e Allah'tan rahmet ve mağfiret dilemesem, Hz. Peygamber'in şefaatından mahrum kalırım. Allah'ın düşmanları onları hakkıyla tanıyamazlar.»
Muhammed Bakır, Kur'an ve îslâm fıkhını, açıklayan, şeriatın hikmetlerini kavrayan ve onun amaçlarını tam olarak anlayan bir zat İdi. O, hem Ehl-i Beytin hadislerini, hem de hiç bir fark gözetmeksi¬zin bütün sahabîlerin hadislerini rivayet ederdi.
Ruhi olgunluğu, kalbinin nuru, idrakinin büyüklüğü sayesinde o, ahlâkî ve içtimaî konularda pek çok kıymetli sözler söylemiştir ki bunların her biri, insanı yüceltmeye kâfi gelir. Burada misal olarak onun şu sözlerini naklediyoruz: «Bir insanın gönlüne bir miktar kibir girerse aklından o kadar eksilir*. Oğlu Ca'fer'e yaptığı nasihattan:, Yavrucuğum, tenbellik ve bezginlikten sakın. Çünkü bunlar, her tür¬lü fenalığın anahtarıdır. Eğer tenbellik edersen hakkı yerine geti¬remezsin. Bezginlik gösterirsen hakka karşı sabredemezsin,» Hik¬metli başka bir sözü: «Zenginleri seven bir bilgin görürseniz bilin ki o, dünya ehlidir. Bir zaruret olmaksızın hükümdarın yanından ay¬rılmayan bir bilgin görürseniz bilin ki, o da hırsızdır.»
Ona göre, farzları yerine getirerek İlim tahsil etmek, zahitük-ten hayırlıdır. O, İlim adamı hakkında şöyle söylemiştir. «Allah'a and olsun ki bir âlimin ölümü, şeytan için yetmiş ibadet ehlinin ölü¬münden daha sevindiricidir.»
Muhammed Bakır, 114 H. yılında ölmüştür. Ebu'1-Fidâ, Tarih'inde onun 115 H. yılının başında öldüğünü söylemektedir.
îşte İmam Muhammed Baku-, bu vasıfta bir insan olup ilmi ve ilmin gayelerini hakkıyla kavramıştır, bayatını anlatmak istediği¬miz îmam Ca'fer'in babası işte budur. Muhammed Bâkır'ın duru¬mundan, onun hangi sülâleye mensup olduğunu bilmek kolayca mümkündü. Çünkü güzel ahlâk, insanlık ve hakîkata yönelme gibi meziyetlerinin üstünde o, daima gençlere her yönden güzel örnek
olurdu.
İmam Ca'fer'in babası olan bu büyük insan —Muhammed Ba¬kır—, kendisine eş olarak şerefli Arap kızlarından el-Kâsım b. Mu¬hammed b. Ebi Bekr'in kızı, yani Hz. Ebu Bekr'in torunu Ümmü-Ferve'yi seçmiştir. Böylece îmam Ca'fer'de hem Hz. Ali'nin yiğitli¬ği, hem de Hz. Ebu Bekr'in vefakârlığı birleşmiştir. Ayrıca onun ka¬nında Hz. Ali'nin İlim dehâsı ile Hz. Ebu Bekr'in sabır ve ağırbaşlılı¬ğı kaynaşmıştır. el-Milel Ve'n-Nihal yazarı Şehristânî onun şeceresini şöyle özetler: «Ca'fer, baba tarafından; Hz. Peygamber'e, ana rafından da Hz. Ebu Bekr'e dayanmaktadır.» [2]

Doğumu Ve Gençlîğî

Ebu Abdillah Ca'fer-i Sadık işte böyle şerefli bir baba ve dede¬den doğmuştur. Ehl-i Beyt ilminin saf ve berrak kaynağı içerisinde yetişip büyümüş ve böylesine şerefli bir ailenin gölgesinde yaşamış¬tır. O devrin âdeti üzerine diğer Ehl-i Beyt mensupları gibi o da ço¬cuk denilecek bir yaşta kendisini ilme vermiştir. Bütün Hİcaz'lıların gönüllerinde yaşayan, fazilet, şeref ve güzel ahlâk sahibi olduğu her¬kesçe kabul edilen dedesi Ali Zeynelâbidin'i görmüştür. İmam Ca'¬fer-i Sadık'ın doğum tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Hicrî 80 veya 83 yılında doğduğu söylenmektedir. Bazıları, onun, bu tarihlerden daha önce doğduğunu ileri sürmektedir. Genellikle Hicrî 80 ya¬lında doğduğu kabul edilmektedir ki amcası İmam Zeyd de aynı yıl¬da doğmuştur. Bu tarih, aynı zamanda Irak'ın büyük fakîhi îmam Ebu Hanifenin de doğum tarihidir. Buna göre, dedesi Ali Zeynelâbidin öldüğü zaman o, 14 yaşında olup fikrî erginlik çağına ulaşmıştı. Gençliğinde, dedesi Ali Zeynelâbidin ve babası Muhammed Bakır gibi parmakla gösterilen önemli iki kaynaktan feyz almıştır.
O, Medine'nin İlim muhitinde büyük şahabı ve tabiîlerin İlim ve hadisle uğraştığı bir çevrede yetişmiştir. Şüphesiz o, dedesinin ya¬nından ayrılmamakla beraber, hadis ile uğraşan tabiilerin meclisle¬rine Öalar ve onlardan büyük dedesi Hz. Muhammed'in ilmini al¬makta hiç bir tereddüt göstermezdi. Çünkü, Hz. Peygamber'in İlim ve hadisleri bütün sahabîlerin arasında yayılmıştı; Bazı hadisleri, bir lasjm sahabîler işitmemiş olsalar da, sahabîlerin hepsinin onları işitmemiş olması düşünülemez. Dolayısıyla, sahabîlerin bütününün vâkıf olmadığı bir hadis yoktur. Çünkü bir kısmının duymadığı bir hadîsi, diğer bir kısmı işitip öğrenmiştir. Hz. Peygamber'in ilmini almak isteyenler, bu ilme sahip olanlar arasında fark gözetmez. İşte Hz. Ali'nin teiniz soyundan gelen bu yüksek şahsiyetler de, ken¬dilerini tamamen ilme vermişler ve bu ilmi kimde bulmuşlarsa on¬dan faydalanmışlardır. İlim bir adam şekline girecek olsa, şüphesiz onu mütevazı bir adam olarak görürdük. Bunun içindir ki bu İmam¬ların, İlim ehline karşı kibirli davranmaları ve sahabîler arasında şu veya bu şekilde bir fark görmek suretiyle ilmi asıl kaynakların¬dan almamaları düşünülemez.
İmam Ca'fer, tahsil çağında hayatta bulunan Ibni Şihab ez-Zührî gibi Medine'de Hz. Ömer'den ve talebesi olan bazı sahabîlerden İlim öğrenmiş bulunan bilgin tabiilerden ders almıştır. Bu tabiîlerin bir kısmı, Ehl-i Beyt'e karşı özel bir ilgi gösteriyordu. Meselâ, Jbni Şihab ez-Zührî ile îmam Ca'fer'in yaşıtı olan îmam Zeyd arasında hususî bir ilgi vardı. Dolayısıyla Ehl-i Beyt ile tabiîlerin il¬mî alış-verişl'eri çok sıkı idi. Çünkü hepsi Hz. Peygamber'e dayan¬maktaydı.
Burada işaret etmek istediğimiz bir husus da şudur: İmam Ca'fer'in ailesi ile Ebu Bekr Sıddık ailesi arasında önemli bir bağ vardır. Çünkü Ca'fer'in annesi Hz. Ebu Bekr'in torunu el-Kâsım b. Muhammed'in kızıdır. el-Kâsım b. Muhammed, halası Hz. Âîşe'nin yanında yetişmiş ve ondan bir çok hadis rivayet etmiştir. el-Kâsım b. Muhammed, aynı zamanda Medine'Ii yedi fakihten biridir, îlmini bu fakihlerden almış olan İmam Mâlik, el-Muvatta' adlı eserinde en çok bunların İlimlerini toplamıştır. Kısaca, Medine'deki ilmi ça¬lışmalar, İmam Ca'fer'in ailesini de içine almaktadır.
Her tabii, kendisine ulaşan hadisleri topluyor ve onları rivayet etmek isteyenlere aktarıyordu. îmam Ca'fer, annesinin babasına-ye¬tişmiş, ondan İlim tahsil etmiştir. Yani,anne - babası olan el-Kâsım b. Muhammed 108 H. yılında öldüğü zaman Ca'fer talebelik- devre¬sini geçirmiş ve olgun bir yaşa ulaşmıştı. Daha önce de işaret etti¬ğimiz gibi el-Kâsım b. Muhammed, hem Hz. Âişe'den, hem de Ab¬dullah b. Abbas'dan İlim almış olup Hz. Ali onun babası Muham¬med b. Ebi Bekr'i öz oğlu gibi severdi. Çünkü Hz. Ali, Ebu Bekr Siddîk'dan dul kalan el-Kasım'm baba-annesi ile evlendikten sonra, el-Kâsım'ın babası Muhammedi kendi evine almıştı.
el-Kâsım; halası Hz. Âişe'den ve Hz. Hasan, Hüseyin ve Abdul¬lah b. Abbas gibi Hâşimî büyüklerinden hadis rivayet etmiştir. Ay¬nı zamanda o, bir fakîh olupL hadisin metnini, Kur'an ve meşhur ha-' dişlere kıyas ederek, eleştirirdi. Buna göre o, hem fakih hem de muhaddis idi. Talebesi Ebuz-Zinâd Abdullah b. Zekvan, onun hak¬kında “el-Kâsım'dan daha bilgin bir fakih, Sünneti ondan daha iyi bilen bir kimse görmedim.'» demiştir. O, çok dindar, derin bir fıkıh ve dikkatli bir rivayet metoduna malik olmakla beraber, hâdiseler karşısında himmet, azim ye keskin .bir görüşe sahipti. İmam Mâ¬lik, Ömer b. Abdilazîz'den «Eğer elimde olsaydı, el-Kâsım'ı yerime halife olarak gösterirdim.» dediğini rivayet etmiştir.
İşte İmam Ca'fer'in ilmî çalışmalarını ilerlettiği, bir devirde bu dedesi el-Kâsım yaşamakta idi.
İmam, Ca'fer-i Sâdık, İlimle uğraşırken ve bu yolda ilerlerken babası ölmüştür. O zaman kendisi 34 veya 35 yaşında idi. Olgunluk çağı olan 40 yaşına ulaştığı zaman hem hadis, hem de fıkıh il¬mini elde etmiş ve bütün fakihlerin görüşlerini ehemmiyetle öğrenip en sağlam olan görüşleri bulmaya çalışmıştır.
îmam Ebu Hanîfe'den şöyle rivayet edilir:
«Halife el-Mansur buna; «Ey Ebu Hanife, halk Ca'fer b. Muhammed'e hayranlık duymaktadır. Ona sormak üzere en zor meselele¬ri tesbit et.» dedi. «Ben de, onun için 40 mesele hazırladım.» Bundan sonra iki İmam Hîre'de el-Mansur'un huzurunda karşılaşmışlardır. Ebu Hanife, bu karşılaşmayı da şöyle anlatır:
«el-Mansur'un huzuruna girdiğim zaman Ca'fer b. Muhammed sağında oturuyordu. Onu görünce içimde öyle bir korku belirdi ki bu, el-Mansur'un heybetinden değil, Ca'fer-i Sadık'in heybetinden geliyordu. Selâm verdim ve Halife bana oturmamı işaret ettikten sonra, ona dönüp beni göstererek, îşte Ebu Hanife'dir, dedi. Ca'fer i Sadık da «evet» dedikten sonra Halife bana dönüp, ey Ebu Hanîfe, meselelerini Ca'fer'e sor, dedi. Ben hazırladığım meseleleri ona tek tek sordum. O; sîz bu hususta şöyle diyorsunuz. Medîneliler şöyle diyor, biz de böyle diyoruz... Bâzan aramızda görüş birliği oluyor, bâzan da birbirimize muhalefet ediyoruz, dedi. Nihayet sorduğum 40 meselenin hepsini cevaplandırdı.»
Ebu Hanîfe, bunları anlattıktan sonra, «İnsanların en bilgini, on¬ların ihtilâflarını en iyi bilendir.» demiştir.
İmam Ebu Hanife doğru söylüyordu. Çünkü fakihlerin ihtilaf¬larını, görüşlerini, işbat için ileri sürdükleri delilleri, en doğru olan görüşe ulaşmak için kullandıkları metodları bilmek şarttır.İşte Ca'fer-i Sâdık, böyle bir bilgiye sahip olduktan sonradır ki, görüşler ara¬sında bir karşılaştırma ölçüsü bulabilmiştir. Onun fıkhı, ne Irak ne de Medine fıkhının aynıdır. O, kendine has bir fıkıh meydana getir¬miştir. Gerçi Irak, Medine ve îmam Ca'fer'in fıkhı da Kur'an-ı Ke¬rim ile Hz. Peygamber’in Sünnetinin gölgesinde doğup büyümüştür. [3]

Kozomoloji (Kevniyyât = Evrenbilim) Hakkındaki Görüşü

İbni Hallikân, «Vefeyâtu'l-A'yân» adlı eserinde Ca'fer-i Sâdık'ı şöyle tanıtır: «îmamiyye mezhebinin oniki İmamından biridir. Ehl-i Beyt'in ulularından olup sözünde sadakatli olduğu için «Sâdık» lâ¬kabını almıştır. Üstünlüğü herkesçe bilinmektedir. Sufî ve Tarsuslu Câbir b. Hayyan onun talebesi idi. Câbir b. Hayyan, Ca'fer-i Sâdık'ın beşyüz adedi bulan risalelerini bin varaklık bir kitapta toplamıştır. Ca'fer-i Sâdık, Medine'deki Bakî' mezarlığında yatmakta olan babası Muhammed Bakır, dedesi Ali Zeynelâbidin ve dedesinin amcası Ha¬san b. Ali'nin kabrine defnedilmiştir. Onun yattığı mezar işte böyle mübarek ve şerefli bir yerdir». [4]
Bu ifadeden şu iki husus anlaşılmaktadır:
1 — Büyük bir kimya bilgini olan; tabiat, kimya ve akaide dair bir çok eserleri bulunan Câbir b. hayyan, Câfer-i Sâdık'ın talebesidir.
2 — Câbir b. Hayyan'm neşrettiği bu beşyüze yakın risale as¬lında Ca'fer-i Sâdık'a aittir. Fakat bu husus tetkike muhtaçtır. Çün¬kü Câbir'e nisbet edilen bu risaleler, Ca'fer-i Sâdık'a ait olsaydı, Câbir'in bunu, açıkça ona nisbet etmesi gerekirdi. Câbir, şiiliğe tema¬yülü olan bir kimsedir. O halde, Hz. Ali soyundan olan çağındaki en büyük İmamın sözlerini ona nisbet etmeksizin nakletmesi akla yat¬maz. Ancak, Câbir, bu risalelerin Ca'fer-i Sâdık'tan aldığı ilham ve işaretlerin eseri olduğunu söylemiştir.
Bu risalelerin İmam Ca'fer'e nisbet edilişi ne derecede doğrudur, bilemiyoruz. Ancak, İmam Ca'fer'in bu İlimlerle uğraştığı anlaşıl¬maktadır. Zira, onun zekâ ve manevi gücü, her çeşit ilmi öğrenmeye kendisini sevketmiştir. İmam Ca'fer'in Kozmoloji (Evren bİlim = Kevniyyât) ile uğraştığına dair elimizde birçok delil vardır. O, bu ilmi Allah'ı bilmek, Otoun vahdâniyyetini isbat etmek hususunda bir vâsıta olarak kullanırdı. O, bu konuda, Kur'an'm kâinat hakkında in¬sanları düşünmeye davet ettiği metoda uyardı. Mufaddal b. Amr'e imlâ ettirdiği «Risale tu't-Tevhîd» adlı eserinde güneş, gece ve'gün¬düz, karanlık ve ışık hakkında şöyle söylemektedir:
«Gündüz ve gece devletini ayakta tutmak içîn güneşin doğuş ve batışını düşününüz. Eğer güneş doğmasaydı dünyamız saçma bir şey olurdu. İnsanlar maişetleri için çalışamazlar, kapkaranlık bir dün¬yada işlerini yürütemezlerdi. Onlar, ışığın tadını kaybettikten son¬ra hayatta hiç bir saadet duyamazlardı. Güneşin doğusundaki fay¬dalar açıktır, onları uzun uzun anlatmaya ihtiyaç yoktur... Güneşin batışını düşününüz. O batmasaydı insanlar için huzur ve sükûn ol¬mazdı. Halbuki onlar, bedenlerini dinlendirmek, duygularını topar¬lamak, yediklerini sindirmek, besinleri organlarına yararlı olacak bir şekilde hazmedecek sindirim cihazlarını harekete geçirmek için hu¬zur ve istirahata nekadar muhtaçtırlar. İnsanları yeniden ve sürek¬li olarak çalışmaya sevkeden şevk, böyle bir istirahattan sonra or¬taya çıkmaktadır. İnsanların çoğu, gecenin karanlığı basmasaydı ka¬zanmak, biriktirmek ve mal sahibi olmak için hiç istirahat etmezdi. Ayrıca yer yüzü, güneşin sürekli ışın ve sıcaklığı altında durmadan ısınırdı. Allah, hikmet ve tedbiri ile güneşin belirli vakitlerde do¬ğuş ve batışını takdir etmiştir. Tıpkı bir evin lâmbası gibi, ev halkı ihtiyaçlarını gidersin diye bir müddet çevresini aydınlatmakta, son¬ra onların istirahat ve huzurlarını sağlamak için sönmektedir. Böy¬lece, karanlık ve ışık, birbirine karşıt olmakla beraber, dünyanın ni¬zamını sağlamak için biri diğerini desteklemektedir.
«Bundan sonra güneşin yükselişini, yılın dört mevsimini meyda¬na getirmek için alçalışını, bunlardaki tedbir ve maslahatı düşünü¬nüz! Kışın ağaç ve bitkiler üzerindeki ısı azalıyor, bunlar meyve ve ürün verme hazırlığı yapıyor, hava yoğunlaşıyor, dolayısıyle bulut ve yağmurlar meydana geliyor, hayvanların vücutları kuvvet ve sağ¬lamlık kazanıyor. Bahar olunca, canlılara bir hareket geliyor, doğ¬rucu unsurlar ortaya çıkıyor, bitkiler filizleniyor, bir süre sonra da çiçekleniyor. Hayvanlar çiftleşerek yavrulamaya hazırlanıyor. Yazın hava ısınıyor, meyveler olgunlaşıyor, vücutlardaki fazlalıklar atılı¬yor, yeryüzü kuruyarak iş ve bina yapmaya elverişli bir hale geliyor. Güzün hava berraklaşıyor, hastalıklar gidiyor, vücutlar sağlamlaşı-yor ve geceler uzuyor!.. Hava bu mevsimde gayet güzelleşiyor ve türlü faydalar meydana geliyor... Yılın devretmesini sağlamak için güneşin oniki burcu dolaşmasını ve bundaki tedbiri düşününüz t Dört mevsim işte bu devir sayesinde meydana gelmektedir.» [5]
Bu ifadelerin Ca'fer-i Sâdık'a nisbeti doğru ise onun kozmoloji, burçlar ve yıldızlar hakkındaki İlimlerle uğraştığı bir gerçektir.
Adı geçen risalenin, Ca'fer-i Sâdık'a nisbetini reddedecek bir de¬lile sahip değiliz. İmamiyye (Ca'feriyye) mezhebi mensupları, bu ri¬salenin İmam Cafer'e ait olduğunu kabul etmektedirler. Kesin bir de¬lil olmadıkça bir çok bilginlerin kabullendiği bir görüşü reddetmek doğru değildir. Çünkü bir delile dayanmaksızın herhangi bir fikri ortaya atıp kabul ettirmek, ilmi de İlim geleneğini de temelinden yı¬kar. Düşünebilenler, böyle bir yola baş vurarak, delilsiz bir dâvayı ortaya atmazlar.
Tarihçiler, Ca'fer-i Sâdıkla Câbir b. Hayyan arasındaki ilgiyi kabul etmektedirler. Câbir, itikad ve İman esasları konusunda îmam Ca'fer'den ders almış ve onun görüşlerini benimsemiştir, İmam Ca'fer'in, eşyanın mahiyetleri, madenlerin özellikleri ve eşyanın birbiriy¬le karışımından çıkan neticeler üzerinde durduğunu yine tarihçiler anlatırlar. Bütün bunlar bize gösteriyor ki, adı geçen risalenin ihti¬va ettiği bilgilerin, hiç olmazsa, büyük bir kısmı İmam Ca'fer'e ait¬tir.
İmam Ca'fer, İslâm âleminde felsefî İlimlerin Arapçaya girme¬ye, felsefe ekollerinin kurulmaya ye araştırmaların düzenli bîr şe¬kil almaya başladığı bir çağda yaşamıştır. Çünkü Emevîlerin so¬nuna doğru ve Abbasîlerin ilk devirlerinde, Süryanîler ve başkaları vasıtasıyla İslâm düşüncesine Hint ve Yunan düşüncesi girmeye başlamıştır. [6]

Cefr İlmi [7]

İmam Ca'fer'in propagandasını yapanlar, onun İlim ve incele¬meleriyle yetinmezler; ona, çalışıp okumakla öğrenilmeyen, fakat Peygamber (S.A.V.)'in Hz. Ali'ye verdiği ve onun da, Peygamber'-den aldığı vasiyet üzere, kendisinden sonra gelen oniki İmama dev¬rettiği bir İlim nisbet ederler, işte onlar oniki İmamdan altıncısını teşkil eden İmam Ca'fer'e nisbet olunan bu ilme «Cefr ilmi» adını vermişlerdir.
Cefr kelimesi, aslında, kemikleri irileşmiş ve sertleşmiş kuzuya denir. Bu kelime, daha sonra deri mânasına kullanılmıştır, İmam Ca'fer'in Cefr ilmine sahib olduğunu iddia edenlere göre bu İlim, tahsille elde edilmeyen ve Allah katından verilen bir ilmin adıdır. Günümüzdeki bazı şiî yazarları bu konuda şöyle derler: «Cefr ilmi, dünyanın sonuna kadar meydana gelecek hâdiselerin bilinmesini sağlayan harflerin ilmidir. İmam Ca'fer'in Cefr ilmine sahip oldu¬ğu kendisinden nakledilmiştir. O, bu ilmi şöyle anlatmıştır: Cefr, deriden bir kap olup geçmiş İsrailoğulları bilginlerinin ilmi onun içindedir. O bilginlerden Cefr'e dair birçok şey bize kadar gelmiştir. Bu ilmi ve onunla ne kasdedildiğini bilmesek de, Cefr ilminden bah¬seden bazı hadisleri biliyoruz. Bu İlim, îsrailoğulları bilginlerinin faydalandığı kaynaklardandır. Allah, bu şerefli ilmi onlara ihsan et¬miştir» [8].
Muhammed b. Yakub el-Kuleynî (el-Kulînî, Öl. 328 H.) «el-Kâfi» adlı eserinde — bu eser, İsnâ-Aşeriyye mezhebine göre kaynak vazi¬fesi gören dört hadis kitabından biridir— şöyle demektedir: «Cefr1-de Musa'nın Tevratı, isa'nın İncili ve bütün Peygamber ve vasilerin, geçmiş îsrailoğulları bilginlerinin İlimleri, helâl, haram, olmuş ve olacak şeylerin ilmi mevcuttur. Cefr iki kısma ayrılır: Birinci kısmı keçi derisi üzerine yazılmış kitaplar, diğeri de koç derisi üzerine ya¬zılmış kitaplardır.»
el-Kuleyni, el-Kâfi'sinde aynen şunları da söylerler: «İmam Ca'fer-i Sâdık şöyle demiştir: Bu gün sabahleyin, Allah'ın Hz. Mu-hammed'e ve O'ndan sonra gelecek olan İmamlara özel olarak ver¬miş olduğu Cefr kitabına baktım. Orada bizim gaib İmam (bu onikinci İmanıdır)'m doğuşunu, Sâmmarra'da kayboluşunu, geri dönü¬şündeki gecikişini, ömrünün uzunluğunu, o zaman mü'minlerin kar¬şılaşacağı belâları, kalblerinde şüphelerin doğuuşnu, çoğunun din¬lerinden dönüşünü ve Kur'anda Allah'ın, «Her insanın amelini ken¬di boynuna doladık» [9] âyetiyle işaret buyurduğu İslâm bağını, yani velayeti omuzlarından atışını düşündüm.»
«Ey Peygamber'in torunu, bildiğin bu İlimle bizi birazcık şeref¬lendirmez misin?dedik. O da bize şöyle cevap verdi: Allah, bizden gelecek kaim'e peygamberlerinin sünnetlerinden bazı şeyler ihsan etmiştir. Meselâ, Nuh'un sünnetinden uzun ömürlülüğü, İbrahim'in sünnetinden gizlice doğmayı ve insanlardan uzak yaşamayı, Musa'¬nın sünnetinden başkalarını korkutma ve gözden gaip olmayı, İsa'¬nın sünnetinden kendisi üzerinde insanların ihtilâfa düşmesini, Eyyub'un sünnetinden sıkıntıya uğradıktan sonra ferahlığa kavuşmayı, Muhammed'in sünnetinden de kılıçla ortaya çıkmayı vermiştir. Kaim, işte O'nun hidayetine uyar ve O'nun yolundan gider.» [10]
Bundan sonra el-Kâfî'de, Cefr'in İmam Ca'fer'e verilen bir kitap olduğu ve onun zaman zaman bu kitaba başvurarak olmuş ve ola¬cak şeylere ait gayb ilmini gerek harfler, gerek remzler, gerekse ha¬berler vasıtasıyla bildiği anlatılmaktadır. Bir kısım Ca'ferüerin iddi¬asına göre Cefr, her İmamın kendisinden sonra gelen İmama bırak¬tığı bir kitap veya İlimdir. Daha sonra el-Kuleynî, el-Kâfî'sinde ay¬nen şöyle demektedir:
«Allah Tealâ, Peygamberine bir kitap indirdi. Bu kitabı getiren Cebrail, ey Muhammed, bu senin asil (necib)'lere vasiyyetindir, de¬di. Muhammed de, ey Cebrail, asiller kimlerdir? diye sordu. O da: Ali ve evlâtlarıdır, dedi. Bu kitap üzerinde altın mühürler vardı. Hz. Muhammed, aldığı bu kitabı Ali (R.A.)'ye verdi. Ona mühürlerden birini açıp onunla amel etmesini söyledi. Sonra Hz. Ali, bunu oğlu Hasan'a verdi. O da bunun bir mührünü açıp onunla amel etti. Son¬ra Hasan, onu kardeşi Hüseyn'e verdi. Hüseyn de onun bir mührü¬nü açınca kendisine; ailenle birlikte şehid olmaya çık; onlara şehid-lik, ancak seninle nasip olacaktır. Canını Allah'a sat ...denildiğini gördü.»
«Daha sonra o, bu kitabı oğlu Ali Zeynelâbidin'e verdi. O da, bu¬nun bir mührünü açınca kendisine; başını eğerek sus, evine çekil, ölünceye kadar Rabbma ibadet et, diye emredildiğini gördü. Sonra o, bunu oğlu Muhammed Bakır'a verdi. Muhammed Bakır da, bu¬nun bir mührünü açınca; insanlara anlat, onlara fetva ver, Ehl-i Bey t'in İlimlerini yay, salih atalarını doğrula, Allah'tan başka kim¬selerden korkma, sana kimse dokunamaz... sözleriyle karşılaştı. Son¬ra onu Ca'fer-i Sâdık'a verdi. O da, bunda;*insanlara anlat, onlara fetva ver, yalnız Allah'tan kork, Ehl-i Beyt'in İlimlerini yay, atala¬rını doğrula. Çünkü sen eman ve muhafaza altındasın... sözlerini gördü.» [11]
İslâm bilginleri, İsnâ-aşeriyyeden Cefr ilmi hakkında bir çok şey¬ler nakletmişlerdîr. Kimisi bu mezhebe bağlı olanların görüşlerini açıklamak, kimisi de onlarla alay etmek için Cefr'den bahsetmiştir. İbni Kuteybe, «Uyûn'l-Ahbâr» adlı eserinde şöyle anlatır: Talha b. Musarrif der ki: Ben abdestli olmasaydım şiüerin Cefr'e dair sözle¬rini size anlatırdım. Zeydîlerin reisi olan Harun b. Sa'd el-İclî de bir manzumesinde şöyle demiştir:
«Görmez inisin Rafizîleri, bölük bölük oldular! Hepsi de kötü sözler söyler Ca'fer hakkında Onlardan bir bölük, ilâh dedi ona. [12] Diğer bir bölük de tertemiz peygamber dedi. Eğer onların sözünden razı olursa Ca'fer, Allah için ben Cafer'i bırakırım. Cefr derisine şaşarım onların. Cefr'le uğraşanlardan Allah'a sığınırım.» Bu şiirde yer alan şu beyt dikkati çekmektedir: «Onlar fil sırtlandır, zinci kızıldır Deselerdi daha doğru söylemiş olurlardı». [13] Ebu'1-Alâ el-Maarrî de, Cefr hakkında şöyle söylemiştir: «Hayret ettiler Ehli Beyte, İlimleri Cefr derisinde gelince. Küçük olduğu halde müneccimin aynası, Çöl olsun, mamur olsun gösterir her yeri.»
Cefr hakkında söylenilenlerin bir kısmı bunlardır. Burada şu üç noktayı belirtmek bizim için bir vazifedir:
1 — Biz, Cefr ile ilgili sözlerin İmam Cafer-i Sâdık'a nisbetini kabıü etmiyoruz. Çünkü Cefr, gayb ilmi ile alâkalı bir şeydir. Gayb ilmini ise, Allah kendi zatına hasretmiştir. Kur'an-ı Kerim'de Hz. Peygamber'e şöyle buyurulmuştur: «De ki: ben nefsim için ne bir hayra, ne de bir kötülüğe mâlikim. Ancak Allah'ın dilediği müstesnadır. Ben gaybı bilseydim elbette daha çok hayır yapmak is¬terdim. BaAa hiç bir kötülük de dokunmazdı.» [14]
Allah, Peygamberine gaybe ait bir takım bilgiler vermiştir. Fa¬kat, O'na bunları mu'cize olmak üzere vermiştir. Nitekim Kur'an'-daki şu âyetler böyledir: «Elif Lâm Mim, Rumlar (Bizanslılar) ye¬nilgiye uğradı, yakında bir yerde. Halbuki onlar, bu yenilgilerinin ardından galip olacaklar, bir kaç yıl içinde, Önünde de sonunda da emir Allah'ındır. Ogün mü'mlnler de sevinecek, Allah'ın yardımıy¬la. O, kimi dilerse ona yardım eder. O, pek güçlüdür ve pek esirge¬yicidir.» [15]
Cefr'i kabul etmemek, îmam Ca'fer'in değerini azaltmaz. O, Al¬lah'ın dininde bir İmam ve hüccet olup İmam Ebu Hanife ve Mâlik gibi büyük fakihler, Süfyan-ı Sevrî ve Süfyan b. Uyeyne gibi bü¬yük muhaddisler ondan İlim almışlardır.
2 — İmam Cafer'e nisbet edilen Cefr ile ilgili rivayetlerin çoğu el-Kuleynî yoluyla gelmektedir. Bu el-Kuleynî, aynı zamanda İmam Ca'fer'in Kur'an'da eksiklik bulunduğunu söylediğini de rivayet et¬miştir. El-Kuleynî'nin Kur'an'la ilgili bu rivayetinin yalan olduğu¬nu, İmam el-Mardî ve öğrencisi et-Tusî gibi Isnâ-Aşeriyye'nin büyük İmamları ortaya koymuş ve İmam Ca'fer'den bu rivayetin tam aksi¬ni nakletmişlerdir. Asılsız bir şeyi böyle bir İmama nisbet ederek rivayet eden kimsenin bütün rivayetleri, hakikat araştırıcıları na¬zarında kabul edilmeye lâyık değildir.
3 — Ca'ferî Mezhebi bilginleri, şimdi de İmam Ca'fer için yaz-dızları haltercemelerinde Cefr ile ilgili rivayetleri ona nisbet ediyor¬lar. Fakat bunları teyid edecek herhangi bir şey ortaya koyamıyor¬lar, sadece onları nakille yetiniyorlar.
Bana göre Cefr fikrini, Îsnâ-Aşeriyye mezhebine sokanlar Hat-tâbîlerdir. Makrîzî'nin «el-Hıtat» adlı eserinde şöyle denilmektedir: «Hattâbilerin hepsi Ca'fer-i Sâdık b. Muhammed'in kendilerine «Cefr» denilen bir deri bıraktığını, bu deride ihtiyaç duydukları bütün gayb İlimleri ile birlikte Kur'an tefsirinin bulunduğunu iddia etmişler¬dir.» [16]
Hattâblerin başı olan Ebu'l-Hattâb Muhammed b. Ebî Zeyneb'in sözlerini İmam Ca'fer'in nasıl reddettiğini ileride göreceğiz. [17]

İmam Cafer İlmî Île Çağdaşlarına Feyz Veriyor

İmam Ca'fer'e, kendisinin de reddettiği bir takım sıfatlar veren¬leri bir yana bırakalım ve onun gerçek sıfatlarıyla yüksek meziyet¬lerini anlatalım. İmam Ca'fer'in öyle yüksek meziyet ve sıfatları var¬dır ki, kendisinden sonrakilerin hiç birisi bunlara sahip olamamış¬tır. O, gençliğinde atalarından ve çağındaki büyük bilginlerden İlim tahsil etmiştir. Babasından ayrıca güzel sohbeti, iyi insanlarla düşüp kalkmayı öğrenmiştir. Babası îmam Muhammed Bakır, kendisine şu öğütlerde bulunmuştur:
«Fâsıkla arkadaşlık etme. Çünkü böylesi, seni tamah ettiği bir lokmaya değişir. Cimri ile de arkadaşlık etme. Çünkü o da, en çok ihtiyaç içinde olduğun bir anda, malım elimden gider diye, seninle ilgisini keser. Yalancı ile de arkadaşlık etme. Çünkü o, serap hük¬mündedir; sana uzaktan yakın, yakından da uzak görünür. Ahmakla da arkadaşlık etme. Zira o, sana iyilikte bulunmak istediği hal¬de kötülük eder. Akraba tanımıyanla da arkadaşlık etme. Çünkü ben, böylesini Allah'ın kitabında lanetlenmiş olarak gördüm.» [18]
Rivayet edildiğine göre Irak'ın hadis bilgini ve Kûfe'nin vaizi Süfyan'ı Sevri, bir gün îmam Ca'fer'in meclisinde bulunuyordu. Ca'fer ise hiç konuşmuyordu. Süfyan-ı Sevri:
— Benimle konuşmadıkça buradan kalkıp gitmem, dedi. îmam Ca'fer de şöyle cevap verdi:
— Ben seninle konuşuyorum. Ey süfyan, sen, çok konuşmaktan ne iyilik bekliyorsun. Allah sana bir nimet verirse, sen de bunun devamını arzu edersen, Allah'a hamd ve şükrü artır. Çünkü Allah Kur'an'da:«And. olsun ki şükrederseniz elbette size (nimetimi) art¬tırırım» [19] buyurmuştur. Rızk'ın gecikirse istiğfarı arttır. Zira Allah; «Rabbımzdan mağfiret dileyin. Çünkü O, çok yarhgayıcıdır. O, gök¬ten bol bol yağmur salıverir. Mallarınızı, oğullarınızı çoğaltır. Size bağlar, bostanlar verir ve sizin için ırmaklar akıtır.» [20] buyurmuştur. Ey Süfyan, sultan veya başka birinin işi seni iyice üzerse «Lahavle velâ kuvvete illâ billâh = Her türlü güç ve kuvvet Allahmdir» sö¬zünü çok söyle. Çünkü bu düa, kurtuluşun anahtarı ve cennet hazi¬nelerinden biridir.
Bunun üzerine Süfyan-ı Sevri, elini sıktı ve «Nekadar önemli üç öğüt!» dedi.
İmam Mâlik, Ca'fer-i Sâdık'tan İlim almıştır. O, îmam Ca'fer'in meclisine sık sık gelir, fıkıh ve hadis öğrenirdi. İmam Ebu Hanife de, Ca'fer'den bir kısım rivayetlerde bulunmuştur. İmam Ebu Yu¬suf ve Muhanımed'in «el-Âsar» adlı eserlerini okuduğumuz zaman Ebu Hanife'nin Ca'fer-i Sâdık'tan yaptığı rivayetleri görürüz. İmam Ca'fer, güvenilir büyük bir insandı İmam Ebu Hanife kendisiyle ya¬şıt olan İmam Ca'fer'den istifade etmekten çekinmemiştir. Şii mü¬elliflere göre Ebu Hanife, tam iki yıl Ca'fer-i Sâdık'm yanından ay¬rılmamıştır. Ebu Hanife'nin bu iki yılı işaret ederek «İki yıl olma¬saydı Numan heiâk olurdu» dediği rivayet edilir.
Ebu Nuaym el-İsfehânî, «Hilyetu'l-Evliyâ» smda şöyle demekte¬dir: «Ca'fer-i Sâdık'tan birçok tabiîler rivayet etmiştir. Yahya b. Sâid el-Ensarî, Eyyub es-Sahtiyânî, Ebân b. Taglib, Ebu Amr b. el-Alâl Yezid b. Abdillah b. el-Hâdî bunlar arasındadır. Mâlik b. Enes, Şu'be b, el-Kâsım, Süfyan b. Uyeyne, Süleyman b. Bilal ve İsmail b. fer gibi büyük İmamlar ondan hadis rivayet etmiştir». [21]
Çok tuhaftır ki bu büyük şahsiyetler, Ca'fer-i Sâdık'tan rh ettikleri halde, hicrî üçüncü yılda gelen hadisçilerin çoğu, Ca Sâdık'tan rivayet edilen şeylere şüphe ile bakmışlardır. Elbettt jriezhep taassubundan ileri gelmektedir. Gerçi Şiilerin bir kısmı: Ca'fer'e, söylemediği bazı şeyleri nisbet etmişlerse de, bu, onu: refini eksiltmez. Keza, îmam Ca'fer vasıtasıyla Hz. Ali'ye nisbet len bir takım yalancıların sözleri, Hz. Ali'nin de şerefini düşül Nitekim ifratçılarm Meryem oğlu Hz. İsa'ya Tanrılık isnatları da, çekte O'nun değerini aşağı düşürmemektedir. [22]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
İMAM CAFER VE MEZHEBİ
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» İMAM MÂLİK ve MEZHEBİ [1]
» Mâliki Mezhebi'nin Gelişmesi Ve Yayılışı
» İBNİ HAZM VE ZAHİRÎ MEZHEBİ

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
buharalıbilvanisli.com :: Mezheplerimiz Ve Fıkıh Kaynakları :: Hanefi Mezhebi :: Şafii Mezhebi :: Maliki Mezhebi :: Hanbeli Mezhebi :: Diğer Mezhebler-
Buraya geçin: