Bu yola girenlere ilk lâzım olan bütün varlığından geçmektir. Talib ne kadar tâat ve ibadeti, ilim ve marifeti varsa hepsini birden yokluk deryasına atacak ve gönlünü bağlayacaktır. Sâlikin yolunu bağlayan, kendiliğidir. Herkes külli ilme, kendi cüz´î ilminden geçemediği için buna erişemez, iradeni Hâkim iradesine ve kıymetinin hakkın kudretine bulmak için buna erişesin!Bu ifna edişin de iki yolu vardır :
Biri, şeriat getiricisi tarafından ne emredilmişse onu yerine getirip hakkın muradım, nefsin muradından üstün tutmak.. Şu sebeple ki, nice insanlar, sadece şeriatin zahirine yapışmış olmakla gayeye ermişlerdir. Lâkin bu hâl nâdirdir. Zira bizzat zahir olmadığı için nefse bütün cür´et ve ruhsat doğar ve bazı emirlerde nefs kendisine pay ayırıp hayat bulur ve «ölmeden ölünüz!» derecesinden uzak kalır. Nefse öyle bir Muhammedi nur gerektir ki, sâlik, "ona gönül verip varlığını onun varlığında ve bütün bazlarını ve muratlarını onun hazları ve muratlarında ifna etmeği bilsin, sâlike fena mertebesinin âlâsı hâsıl olsun ve böylece sâlik gayelerin gayesine ersin. . Bunun için de mürşidine teslim olmak, kaza ve kaderinin tecellisini mürşidinde aramak, tahkik ehli nazarında kât´î bir hakikattir. Sadık talib ve sâlik, sadık irade sahibi olduğu için varlığını mürşidinin varlığında tüketecek olursa artık kendi nefsini arasa da bulamaz ve kendisini her yoklayışında mürşidinin hakikatinden başka bir şey göremez.
Böyle olunca da mürşidin mazhar olduğu tecellilerden, kendisinde, kabiliyet ve istidadı nisbetinde akisler ve pırıltılar belirir. Mürşidin aynasından ona öyle bir hakikat görünmeğe başlar ki, nefsi ve dış dünyası topyekûn gözünden silinir.
Bu mertebeye ermek, talibin fena bulmasiyle olur. Talibin fenâ bulması da mürşidine bağlanması ve mürşidinin inayetiyle meydana gelir. Talibin gayreti kendi kemâli içindir; kemâl gayreti ise vücuda sebeptir ve fenaya mânidir. Bu takdirde talibin kemâl diye elde etmeğe çalıştığı şey eksikliğe yol açar. Asıl kemâl, talibin fenâsındadır, bekasında değildir, Tâlib mürşidin nazariyle fena kadehinden içecek ve nefsiyle dünyayı unutacak olursa ona öyle zarurî bir ilim kapısı açılır ki, kemâl diye yöneldiği her şeyin noksan, erdirici sandığı hamlelerin de uzaklaştırıcı olduğunu anlar. Ve yine anlar ki, bu yolda kâmil insanın nazarına mazhar olmadan gerçek kemâl mümkün değildir.