buharalıbilvanisli.com
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

buharalıbilvanisli.com

Sofilerin Buluşma Noktası Buhara
 
AnasayfaAnasayfa  GaleriGaleri  Latest imagesLatest images  AramaArama  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  
buharalıbilvanisli.com Son Konular
KonuYazanGönderme Tarihi
Salı Şub. 08, 2011 11:13 am
Cuma Ocak 28, 2011 9:56 am
Salı Ocak 11, 2011 10:43 pm
Salı Ocak 11, 2011 10:41 pm
Çarş. Ocak 05, 2011 8:01 am
Çarş. Ocak 05, 2011 7:57 am
Çarş. Ocak 05, 2011 7:40 am
Salı Ocak 04, 2011 6:58 pm
Salı Ocak 04, 2011 6:32 pm
Salı Ocak 04, 2011 6:32 pm
Salı Ocak 04, 2011 9:37 am
Ptsi Ocak 03, 2011 7:15 pm
Ptsi Ocak 03, 2011 7:02 pm
Ptsi Ocak 03, 2011 6:55 pm
Ptsi Ocak 03, 2011 6:43 pm
Ptsi Ocak 03, 2011 6:27 pm
Perş. Ara. 30, 2010 10:23 am
Perş. Ara. 30, 2010 8:27 am
Paz Ara. 26, 2010 2:53 pm
Paz Ara. 26, 2010 2:43 pm
Cuma Ara. 24, 2010 8:11 pm
Cuma Ara. 24, 2010 1:34 pm
Cuma Ara. 24, 2010 8:50 am
Perş. Ara. 23, 2010 1:19 pm
Perş. Ara. 23, 2010 8:12 am
Similar topics

 

 80 - 85 EFENDİMİZİN S.A.V HAYATI

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
gespenst

gespenst


Mesaj Sayısı : 588
Kayıt tarihi : 24/06/10
Nerden : ANKARA

80 - 85 EFENDİMİZİN S.A.V HAYATI  Empty
MesajKonu: 80 - 85 EFENDİMİZİN S.A.V HAYATI    80 - 85 EFENDİMİZİN S.A.V HAYATI  Icon_minitimeC.tesi Haz. 26, 2010 8:08 am



BENÎ NADİR GAZÂSI

Hicretin 4. senesi, Rebiülevvel ayı (Milâdî 625).
Benî Nadir, Harun'un (a.s) neslinden gelen zengin ve güçlü bir büyük Yahudî kabilesi idi. Medine'ye iki saatlik mesafede Mekke yolu üzerinde sağlam kale ve hisarlarda otururlardı. Resûl-i Ekrem Efendimizle, İslâmiyet ve Müslümanların aleyhinde bulunmamak, bu hususta herhangi bir düşmana yardımcı olmamak, Ayrıca ödenecek diyetler konusunda da yardımda bulunmak üzere antlaşmaları vardı.22 Ancak buna rağmen Kureyş müşrikleri ve Medine münafıkları el altından işbirliği yapma gayretlerinden de vazgeçmiş değillerdi. Bilhassa Uhud Harbinden sonra müşrikler ve münafıklarla olan münasebetlerini daha da arttırmışlardı.
Daha önce bahsettiğimiz gibi, Ashabdan Amr bin Ümeyye Peygamberimizden emân almış Amir Kabilesinden iki kişiyi yanlışlıkla öldürmüştü. Benî Nadir Yahudilerinin altına imza attıkları anlaşmaya ne derece sadık olduklarını anlamak maksadıyla yanına Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Ali, Hz. Zübeyr bin Avvam, Hz.Talha bin Ubeydullah, Hz. Sa'd bin Muaz ve Hz. Üseyyid bin Hudayr'ı (r.a.) alarak yurtlarına gitti.
Yahudiler, önce Peygamber Efendimizi müsbet ve güleryüzle karşıladılar. Hatta kendilerine kadar gelmiş olmalarından memnunluk duyduklarını, üzerlerine düşen görevi yerine getireceklerini bile açıkça ifade ettiler.23
Peygamber Efendimiz, Ashabıyla bir evin duvarı dibine oturdu.Peygamber Efendimizi zahiren gayet iyi karşılayan Yahudiler ise bir köşeye çekilip aralarında konuşmaya başladılar.
"Siz bu adamı öldürmek için, şu andan daha müsait bir durum bulamazsınız. Hemen şu evin damına çıkarak, onun üzerine bir kaya parçası bırakıp ondan kurtulmalıyız" dediler. Sonra da, "Hemen şimdi bu işi kim yapar?" diye sordular.
İçlerinden Amr bin Cahhaş adlı şahıs ortaya atıldı, "Ben yaparım" dedi.24
Bu esnâda ileri gelenlerinden biri olan Sellâm bin Mişkem söz aldı.
"Ey kavmim! Bu sefer sözümü dinleyiniz. Ondan sonra isterseniz her zaman bana muhalefet ediniz" dedikten sonra, sözlerine şöyle devam etti:
"Vallahi, siz böyle bir işe teşebbüs edecek olursanız, bu ona vahiy ile haber verilir. Bununla kendimize yazık etmiş oluruz. Hem bu, onunla aramızdaki anlaşmayı da ihlâl sayılır. Geliniz, böyle bir karardan vazgeçiniz. Eğer, böyle birşeye teşebbüs ederseniz, bu Yahudîlerin kökünün kazınması, İslâmiyetin ise yükselip Kıyâmete kadar durması demek olur."25
Peygamberlere hiyanet etmekle tanınan Yahudîler buna rağmen kararlarından vazgeçmediler. O esnâda vazifeyi üzerine alan Amr bin Cahhaş da Peygamberimizin üstüne taş bırakmak üzere dama çıktı.
Tam o esnâda tertiplenen suikast ve hiyaneti Cebrâil (a.s.) gelip Peygamber Efendimize haber verdi. Resûl-i Kibriyâ Efendimiz bir ihtiyaç gidermek istiyormuş gibi davranarak yerinden kalkıp Medine yolunu tuttu. Hatta Sahabîler, tekrar gelecek zannıyla bir müddet orada oturdular. Gelmediğini görünce onlar da kalkıp oradan ayrıldılar.
Bir Yahudî olan Kinâne bin Surıyâ, "Muhammed ne için kalkıp gitti, biliyor musunuz?" diye sordu.
Yahudîler, "Hayır" dediler, "biz bilmiyoruz. Sen biliyorsan anlat."
Kinâne anlatmaya başladı. "Tevrât'a yemin olsun ki, ben, plânladığınız suikastın, Muhammed'e haber verildiğini biliyorum. Kendinizi boşuna aldatmayınız. Vallahi, o Allah'ın Resûlüdür. Hem de peygamberlerin sonuncusudur. Ona, tasarladığınız suikast haber verildiği için kalkıp gitti.
"Siz, onun Hârun Peygamberin neslinden gelmesini umuyordunuz. Allah ise dilediğinden seçip gönderdi.
"Biz, Tevrat dersimizde en son gelecek olan 'O peygamberin doğum yeri Mekke'dir. Hicret yeri, Yesrib'tir' diye hiç değiştirmeden yazmışızdır.
"Gelecek son peygamberin sıfatı da, buna tamamıyla uymaktadır. Kitabımızdakine bir harf bile aykırı tarafı yoktur.
"Ondan önce, sizinle çarpışan kimse olmayacaktır. Ben, sizin eşyalarınızı develere yükleyip göç ettiğinizi, çocuklarınızın feryatlarını, evlerinizi, barklarınızı, mal ve mülklerinizi geride bırakarak gittiğinizi görür gibi oluyorum.
"Geliniz, iki hususta bana itaat ediniz. Üçüncüsünde ise hayır olmadığını biliniz."
Yahudîler merakla, "Nedir o hususlar?" diye sordular.
Kinâne, "Müslüman olmanız, Muhammed'in Ashabı arasına katılmanız. Ancak bu suretle, evlâtlarınızı ve mallarınızı emniyet altına almış, selâmete kavuşturmuş olursunuz. Yurdunuzdan yuvanızdan da sürülüp çıkarılmazsınız."
Bütün bunlara rağmen Yahudîler, "Biz Tevrât'tan ve Musâ'nın ahdinden asla ayrılmayız" diye karşılık verdiler.26
Benî Nadir Yahudîlerinin plânladıkları bu suikast teşebbüsü, onların İslâma ve Müslümanlara dost olmadıklarını ve Peygamberimizle yaptıkları anlaşmaya da sadakat göstermediklerini açıkça ortaya koyuyuyordu. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz de kendilerine karşı kesin tavır takındı.
Muhammed bin Mesleme'yi huzuruna çağırdı ve ona şu emri verdi:
"Nadiroğulları Yahudîlerine git! Onlara, Resûlullah beni size, 'Yurdumdan çıkıp gidiniz! Burada benimle birlikte oturmayınız! Siz bana, düşünülmeyecek bir suikast plânı kurdunuz. Size on gün süre tanıyorum. Bu müddetten sonra, buralarda sizden kim görülürse, boynunu vururum' emrini bildirmek üzere gönderdi, de!"27
Muhammed bin Mesleme (r.a.), Nadiroğulları yurduna vardı. Resûlullahın emrini onlara bildirmeden önce şöyle konuştu:
"Musâ Peygambere Tevrat'ı indirmiş olan Allah aşkına doğru söyleyiniz: Muhammed Peygamber gönderilmeden önce, Tevrat önünüzde iken, size geldiğini ve şu meclisinizde bana Yahudîliği teklif ettiğiniz zaman; 'Vallahi ben, asla Yahudî olmam' dediğimi, sizin de buna karşılık; 'Dinimize girmekten seni alıkoyan şey nedir? Yahudî dininden başka din yoktur. Senin aradığın, istediğin, duyup işittiğin Hanif dininin aynısıdır o. Size gelecek peygamber, hem şeriât sahibidir, hem savaşçıdır. Gözlerinde biraz kırmızılık vardır. Kendisi Yemen tarafından gelecek, deveye binecek, ihrama bürünecek, az etli kemiğe kanaat edecek, kılıcı boynunda asılı bulunacak. Konuştuğu zaman hikmetli konuşacaktır' dememiş miydiniz?"
Benî Nadir Yahudîleri, "Evet biz bunları sana söylemiştik. Ama geleceğini sana haber verdiğimiz Peygamber bu değildir" diye karşılık verdiler.
Daha sonra Muhammed bin Mesleme, onlara Peygamber Efendimizin emrini bildirdi.
Nadiroğulları Yahudileri giriştikleri suikast teşebbüsünün kendilerine pahalıya mal olduğunu anlamışlardı, ama artık iş işten geçmişti. Verilen emir doğrultusunda hareket etmekten başka bir yol da yoktu. Muhammed bin Mesleme'ye, "Göç ederiz" diyerek hazırlığa başladılar.
Bu sırada baş münafık olan Abdullah bin Übeyy'den kendilerine bir haber geldi. Haberde şöyle deniliyordu: "Sakın mallarınızı ve yurdunuzu bırakıp gitmeyiniz. Kalenizde oturunuz. Gerek kavminden ve gerekse sair Araplardan iki bin kişiyi yardıma göndereceğim. Son nefeslerine kadar saflarınızda çarpışacaklardır. Ayrıca Benî Kurayza Yahudîleri de size yardım edeceklerdir."28



Benî Nadir Yahudilerinin Küstahça Meydan Okumaları

Münafıkların reisi Abdullah bin Übeyy'in gizlice gönderdiği bu haber üzerine Nadiroğulları göç fikrinden vazgeçtiler. Peygamber Efendimiz de, "Biz yurdumuzdan çıkıp gitmeyeceğiz. Elinden geleni yap" diye adamlarıyla haber gönderdiler.29
Bu açıkça ve küstahça bir meydan okuyuştu.
Peygamber Efendimiz bu haberi alır almaz "Allahü Ekber" diyerek tekbir getirdi. Müslümanlar da Efendimizin tekbirine katıldılar.
Benî Nadir Yahudîlerini böylesine tehlikeli bir maceraya sürükleyenlerin başında Huyey bin Ahtab geliyordu. Bu adam kavmine teselli babında şöyle diyordu:
"Pek çok mal yığdıktan sonra kalemize girer, büyük kapı ve sokakları tutarız. Kalemize taş taşırız. Bir yıl yetecek yiyeceğimiz de var. Kalemizdeki suyumuz da kesilecek değil."
Yahudî ileri gelenlerinden biri de Sellâm bin Mişkem'di. O, bu fikre karşı çıktı.
"Ey Huyey," dedi, "vallahi, nefsin seni boş ve faydasız şeylerle aldatıp duruyor, gurur ve kuruntuya düşürüyor. Gel bu işten vazgeç. Vallahi, sen dahil hepimiz biliriz ki: Muhammed Allah'ın Peygamberidir. Onun sıfatları da yanınızdaki kitaplarda vardır. Onu kıskandığımızdan ve son peygamberin Harûnoğullarından çıkmasını ümid ettiğimizden dolayı ona tâbi olmuyoruz. Gel, bize verilen emânı kabul edelim. Yurdumuzdan çıkıp gidelim. Muhammed üzerimize gelirse, bizi bir günde şu kalelerimizde kuşatır."
Mağrur Huyey fikrinden vazgeçmeye niyetli değildi. "Muhammed, bizi muhasara altına alamaz. Bizi yenmeye imkân bulamadan geri döner gider. Abdullah bin Übey, bana bir çok şeyler va'detti" diye Sellâm'a karşılık verdi.
Sellâm girilen yolun tehlikeli olduğunu biliyordu. İkazını tekrarladı:
"Abdullah bin Übey'in sözü bir şey ifade etmez. O, seni ancak helâk uçurumuna sürüklemek, bizi Muhammed'le harbe tutuşturmak ister. Bizi harbe tutuşturduktan sonra da evine çekilip oturur."
Huyey bin Ahtab bütün bu ikazlara kulak tıkadı, sonu pişmanlık olan gururunda direnip durdu.30



Nadiroğullarının Muhasara Altına Alınması

Hicretin 4. senesi Rebiülevvel ayı idi. Resûl-i Ekrem EfendimizMedine'de yerine Abdullah ibni Ümmü Mektum'u bırakıp Nadiroğulları yurduna doğru hareket etti. Sancağı Hz. Ali taşıyordu.
Resûl-i Ekrem Efendimiz ikindi namazını Nadiroğullarının bağ ve bahçeleri arasında kıldı. Onları muhasara altına aldı. Nadiroğulları kuvvetli kalelerine sığınmışlardı.
Peygamber Efendimiz onlara emrini bir kez daha tekrarladı:
"Medine'den çıkıp gidiniz."
Benî Nadir, bu teklifi kabule yanaşmadı, "Ölüm, bize, senin teklif ettiğin şeyden daha kolaydır. Ölümü göze alır teklifini kabul etmeyiz" diyerek âdetâ meydan okudular.
Artık onlarla çarpışmaktan başka bir yol kalmamıştı. Fakat, kuvvetli kalelerine sığındıklarından ve bu kalelerden çıkıp çarpışmayı göze alamadıklarından çarpışmanın bir hayli güç geçeceği muhakkaktı. Bu sebeple Resûl-i Kibriyâ Efendimiz çarpışmayı uygun görmedi. Allah'ın izniyle bir harp planı tatbik etti. En yakın Yahudî ev ve kalelerini yıkma ve hurma ağaçlarını yakıp kesme emrini verdi. Bu hareket, düşmanın kaleden dışarı çıkıp çarpışmasını temin gayesiyle yapılıyordu.
Evlerinin yıkıldığını, hurma ağaçlarının kesilip yakıldığını gören Yahudîler, "Yâ Muhammed! Sen bozgunculuğu, bozup dağıtmayı yasaklar ve yapanları ayıplardın. Şimdi ne diye yaş hurma ağaçlarını kestiriyor ve yaktırıyorsun?"31 diye bağrıştılar.
Ömür dakikalarını bozgunculukla geçirenler, şimdi ağaç kesmenin bozgunculuk olduğundan bahsediyorlardı. Bu bağrışmaları bir takım Müslümanları da tereddüde sevk etti. Bunun üzerine inen âyet-i kerime meseleyi açıklığa kavuşturdu:
"Hurma ağaçlarını kesmeniz de, kesmeyip dikili bırakmanız da Allah'ın izniyledir ve o fasıkları perişan etmek içindir."32
Âyet-i kerimenin nazil olmasıyla, Müslümanların tereddüt ve endişeleri giderilmiş oldu.
Bu hâdise ve bu âyet-i kerimeye dayanarak, harp icabı her çeşit yaş ağacın yakılıp kesilmesinin mübâh olduğu âlimlerce belirtilmiştir.33
Muhasara devam ediyordu. Bu esnada başta başmünafık Abdullah bin Übeyy olmak üzere bir çok münafık Benî Nadir Yahudîlerine, "Eğer Müslümanlara karşı direnir ve karşı koyarsanız, biz sizi onlara teslim etmeyiz. Siz çarpışırsanız, biz de sizinle birlikte çarpışırız.
'Siz, yurdunuzdan çıkarılırsanız, biz de sizinle birlikte çıkıp gideceğiz" diye haber gönderdiler.
Benî Nadir Yahudîleri münafıkların bu sözlerine kandılar. Bir müddet daha direndiler.
İşleri güçleri fitne ve fesad olan münafıkların bu hareketleri Kur'an-ı Kerim'de şöyle açıklanmıştır:
"Kitap ehlinden olan kâfir kardeşlerine dediler ki: 'Yurdunuzdan çıkarılırsanız biz de sizinle beraber çıkarız ve sizin aleyhinizde hiç kimseye asla itaat etmeyiz. Harbe girerseniz mutlaka size yardım ederiz.' Allah şâhittir ki, onlar yalancıların tâ kendisidir.
"Andolsun ki, yurtlarından çıkarıldıklarında onlarla beraber çıkmazlar. Savaştıklarında da onlara yardım etmezler. Yardım etseler bile arkalarını dönüp kaçarlar. Sonra da kimseden yardım görmezler."34



Teslime Mecbur Olup Aman Dilemeleri

Muhasaranın on beşinci günüydü. Abdullah bin Übeyy ve diğerlerinin kendilerine vaadettikleri yardımlarının gelmediğini gören Benî Nadir Yahudîleri teslim olmayı kabul edip emân dilediler.
Peygamber Efendimiz kendilerine emân verdi ve hiçbirisinin canına dokunmadı. Silahlarından başka olan mallarından develerine yükleyebildikleri kadar eşya alarak çıkıp gitmelerine müsaade buyurdu.
Bu müsâade üzerine altı yüz deveye yükleyebildikleri kadar mal ve eşyâ yüklediler. Medine'den ayrılacakları sırada sağlam kalmış olan evlerini Müslümanlar oturmasın diye kendi elleriyle yıktılar. Başlarına gelen bu hadiseden dolayı güyâ üzülmediklerini göstermek için, kadınlar en kıymetli elbiselerini giyinmişler, ziynetlerini takınmışlardı. Defler, düdükler çalarâk Medine'yi terk ettiler. Bir kısmı Şam, bir kısmı Hayber, diğer bir kısmı ise Yemen tarafına gitti. Bunların sürgünü üzerine münafıklar gizlice matem tuttular.
Benî Nadir Yahudîleri geride bir çok hurmalıklar, ekinler, akarlar, davar, sığır ve at gibi bir çok hayvanlar bıraktılar. Ayrıca arkalarında 50 adet zırh, 50 adet miğfer, 340 kadar da kılıç kaldı.35
Bütün bu mallar, devlet malı olarak doğrudan doğruya Peygamber Efendimize mahsustu. Çünkü, çarpışmasız, at ve deve koşturmaksızın elde edilmişlerdi. Bu mallara fey', denilmiştir. Fey', Allah'ın, din düşmanlarından-galebe ile değil, belki sürgün, yahut cizye üzerine sulh olmak suretiyle-Peygamber Efendimize tahsis buyurduğu maldır. Peygamber Efendimiz bu malı dilediği yerlere sarfetmekte hürdü.
Kur'ân-ı Kerim'de bu husus şöyle açıklanır:
"Allah'ın o Yahudîlerden Resûlüne nasip ettiği mala gelince, siz o malları elde etmek için ne at, ne de deve koşturup savaşmadınız. Lâkin Allah Resûlünü dilediğine üstün kılar. Allah herşeye hakkıyla kâdirdir."36
Medine'nin yerlileri olan Ensar, Muhacirlerin geçimlerini üzerlerine almışlardı. Onları kendi mallarına ortak etmişlerdi. Bu sebeple Muhacirlerin idareleri onların omuzunda bir yük sayılıyordu.
Peygamberimiz, bu ganimet mallarını yalnız Muhacirler arasında bölüştürerek Ensar-ı Kiramın bu yükünü hafifletmek istedi. Bunun için onları çağırdı ve, "İsterseniz Benî Nadir Yahudîlerinin mallarından, Allah'ın bana verdiği malları, sizlerle Muhacirler arasında bölüştüreyim. Eskiden olduğu gibi Muhacirler yine evlerinizde otursunlar ve mallarınızdan faydalanmakta devam etsinler.
"Yok eğer isterseniz, bu malları sadece Muhacir kardeşleriniz arasında bölüştüreyim. Onlar da evlerinizden çıksınlar, mallarınız da size kalsın" diyerek teklifte bulundu.
Medineli Müslümanlar gönülden, "Yâ Resûlallah! Nadiroğulları mallarını Muhacir kardeşlerimiz arasında taksim ediniz. Onlar şimdiye kadar olduğu gibi yine evlerimizde otursunlar. Bizim mallarımızdan da istediğiniz kadarını alıp onlara veriniz" dediler.37
O sırada Hz. Ebû Bekir ayağa kalktı. Ensar kardeşlerine teşekkür ettikten sonra şöyle dedi: "Allah, sizi hayırla mükâfatlandırsın. Vallahi, bizimle sizin benzeriniz yoktur."
Peygamber Efendimizde, "Allah'ım! Ensarı ve Ensarın evlâtlarını koru, onlara merhamet et" diyerek duâ etti.38
Medineli Müslümanların bu asil ve civanmert davranışı üzerine, onların medh ve senâsı hakkında şu meâldeki âyet-i kerime nâzil oldu:
"Daha önce Medine'yi yurt edinmiş ve îmânı kalblerinde yerleştirmiş olanlara gelince: Onlar, kendi yurtlarına hicret eden din kardeşlerini severler, onlara verilen şeyden dolayı gönüllerinde bir kıskançlık duymazlar ve kendileri ihtiyaç içinde olsalar bile onları kendi nefislerine tercih ederler.* Kim nefsinin ihtirasından korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerin tâ kendisidir."39
Medine-i Münevverenin yerlileri olan Ensar-ı Kiram bu davranışlarıyla hem Resûlullah Efendimizin hoşnutluğunu, hem de Cenâb-ı Hakkın rızasını kazanmış oldular.
Bunun üzerine, Peygamber Efendimiz de Nadiroğullarından kalan ganimet mallarını Cenâb-ı Hakkın da âyet-i kerimesinde tavsiye buyurduğu gibi,3 yalnız Muhacirlere taksim etti. Bu surette onları Ensarın yardımına ihtiyaç duymayacak hale getirdi.
Peygamber Efendimiz, Muhacirlerin haricinde, Ensardan Ebû Dücâne ile Süheyl bin Hüneyf'e de (r.a.) çok fazla fakir olduklarından dolayı bazı şeyler verdi.41



Zâtürrika Gazası

Hicretin 4. senesi, Cemâziyelevvel ayı. Milâdî, 625.Benî Nadir Yahudîlerinin Medine'den sürgün edilmelerinden iki ay sonraydı. Enmar ve Salebeoğulları kabilelerinin Müslümanlarla çarpışmak üzere toplanmış oldukları haberi Medine'ye ulaştı.
Peygamber Efendimiz, derhal hazırlanarak, 400 (veya 700) mücahidle Medine'den yola çıktı. Zatürrikâ mevkiine kadar ilerleyip orada karargâhını kurdu. Müşrikler mücahidlerle çarpışmayı göze alamadıklarından dağ başlarına çekilmişlerdi. Geride sadece bir kadın kalmıştı. O da esir edildi.
Resûl-i Kibriyâ Efendimiz, bir müddet burada bekledi. Öğle namazı girince de müşriklerin saldırısından duydukları endişe sebebiyle salât-ı havf, yani korku halinde namaz kıldılar. Bu namazın kılınış şekli Nisâ Sûresinin 101-102 âyetlerinde tarif edilmiştir.
En tehlikeli anlarda bile Resûl-i Kibriyâ Efendimizin cemaatla namazlarını edâ edişi, bizi cemaatla namazın ne derece büyük bir ehemmiyete haiz olduğunu gösterir. Kâinatın îmândan sonra en mühim hakikat olan namaz, muhârebe esnâsında bile ihmal edilmemesi gerekirse, sâir zamanlarda elbette ki, hiç bir şekilde ihmal edilmemelidir.



Bir mu'cize

Zâtürrika seferi sırasında idi. Ashabdan Ulbe bin Zeyd, üç adet devekuşu yumurtası bulup getirdi.
Resûl-i Ekrem, "Ey Cabir! Bunları, al pişir" diye emretti. Hz. Cabir, yumurtaları bir çanak içinde pişirip getirdi.
Peygamber Efendimizle mücahidler o üç yumurtadan doyuncaya kadar yedikleri halde, yumurtaların çanakta olduğu gibi durduğunu gördüler. (İnsanü'l-Uyûn, 2:289)
Yine bu gazâ esnasında idi. Sahabînin biri, bir kuş yavrusu bulup getirdi. Anası veya babası, yavruyu kurtarmak için canını feda edercesine onu elinde tutan Sahabinin avuçlarının içine atılıveriyordu. Bu duruma Sahabîler hayretler içinde bakarken, Resûl-i Ekrem ise şu ibret dersini verdi:
"Siz elinizde tuttuğunuz şu kuş yavrusu için, anne kuşun kendisini avucunuza atmasına mı hayret ediyorsunuz?
"Vallahi Rabbinizin, size olan merhamet ve şefkati şu kuşun yavrusuna olan şefkat ve merhametinden çok daha fazladır."(İbni Kesîr, Sîre, 3:165.)
Peygamber Efendimiz, mücahidlerle birlikte Zâtürrika'dan ayrılmış Medine'ye doğru geliyordu. Harre mevkiine gelindiğinde, bir devenin koşarak Resûl-i Ekrem Efendimizin yanına varıp tahiyye-i ikrâm nevinden çöktüğü ve boynunu öne doğru uzatıp onunla konuştuğu görüldü. Mücahidler hayretler içinde bakınırken, Peygamber Efendimiz, "Bu deve ne söylüyor biliyor musunuz?" dedikten sonra şöyle buyurdu.
"Bu deve sahibinin zulmünden bana şikâyet ediyor: Kendisini senelerdir çalıştırdığını, şimdi ise boğazlamak istediğini söylüyor." Arkasından Cabir bin Abdullah'a devenin sahibini bulup kendisine getirmesini emretti.
Hz. Câbir, "Yâ Resûlallah! Devenin sahibini tanımıyorum" deyince aldığı cevap şu oldu: "Deve seni sahibine götürür."Gerçekten de, deve, Peygamberimizden emir almış gibi, Hz. Câbir'in önüne düştü ve onu sahibine götürdü.Hz. Câbir der ki:
"Ben de deve sahibini alıp Resûlullahın yanına getirdim. Resûlullah onunla deve hakkında konuştu ve 'Devenin söyledikleri doğru mu?' diye sordu.
"Deve sahibi, 'Evet, yâ Resûlallah' dedi."(İnsanü'l-Uyûn, 2:289.)
Bu sefere iştirâk edenlerin hepsi piyade olup, çıplak ayakları taştan, dikenden parçalanmış ve tırnakları dökülmüş olduğundan, ayaklarını bez parçalarıyla bağlamış olmaları sebebiyle bu gazâya "Zâtürrikâ" adı verildiği de kaynaklarda belirtilmiştir. Zira, Rika, ruka'nın çoğuludur. Ruka' ise elbise yırtığına vurulan bez parçasıdır ki, yama demektir.
Ebû Musâ'l-Eş'arî bu hususta şöyle der:"Resûlullah (a.s.m.) ile bir gazâya çıktık. Sadece bir devemiz vardı. Nöbetleşe biniyorduk. Artık ayaklarımız delinmişti. Benim de iki ayağım delinmiş, tırnaklarım dökülmüştü. Bunun için ayaklarımıza bez parçası sarıyorduk. Ayaklarımıza bu suretle bez parçası sardığımız için bu sefere Zâtürrika' gazâsı denildi."(Buhari, 3:35.)



Resûl-i Ekremin Bereket Mu'cizesi

Ensardan Hz. Câbir'in babası Abdullah bin Amr bin Haram Uhud'da şehid düşmüştü. Geride altı yetim kız çocuğunu ve bir hayli de borç bırakmıştı. Borç sahipleri de, Yahudîler idi.
Abdullah bin Amr'ın, içinde çeşitli hurma ağaçları bulunan iki bahçesi vardı. Fakat, bunların da mahsulü borçlarını karşılayacak miktarda değildi. Sadece bir tek Yahudiye borcu, otuz deve yükü hurma idi.
Hurma mevsimi girince, Yahudîler alacaklarını ısrarla istemeye ve Hz. Câbir'i sıkıştırmaya başladılar.Hz. Câbir, onlara hurma bahçesinin bütün mahsûlünü vermeyi teklif ettiği halde kabul etmediler.
Bunun üzerine Hz. Câbir, Resûl-i Ekrem Efendimizin huzuruna vararak, "Yâ Resûlallah! Biliyorsunuz ki, babam, Abdullah Uhud günü şehid düştü. Geride bir çok borç bıraktı.
"Alacaklılara, hurma bahçesinin bütün mahsûlünü vermeyi teklif ettiğim halde, kabul etmediler" dedi ve bu hususta kendisine şefaatçı ve yardımcı olmasını diledi.
Resûl-i Kibriyâ Efendimiz de, Abdullah bin Amr bin Haram'ın borcuna karşılık hurma bahçesinin bütün mahsûlünü almalarını ve borcunu silmelerini alacaklılara teklif ettiyse de, yanaşmadılar.
Alacaklılar, Resûl-i Ekrem Efendimizin, "Borcun bir kısmını bu yıl, kalanını da gelecek yıl alınız" teklifini de kabul etmediler. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz, Hz. Câbir'e, "Sen git, ben yarın kuşluk vakti yanına gelirim" dedi.
Ertesi günü Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer'i yanına alarak Hz. Câbir'in hurma bahçesine gitti. Ona, "Git hurmanı topla ve tasnif et! İyi cins olanı bir boy, diğerlerini de bir boy yaptıktan sonra bana haber ver!" buyurdu.
Hz. Câbir, derhal emri yerine getirdi ve gelip durumu Server-i Kâinat Efendimize arzetti. Hz. Câbir alacaklıları da çağırmıştı. Onlar, Peygamber Efendimizi görünce, isteklerini tekrarlamaya başladılar.
Resûl-i Kibriyâ Hazretleri, hurma öbeklerinden en büyüğünün çevresini üç kere dolaşıp duâ ettikten sonra, Hz. Câbir'e, "Şu alacaklıları yanıma çağır" dedi.
Alacaklılar geldi. Borçlarına karşılık kendilerine hurma yığınından ölçülüp ölçülüp verilmeye başlandı. Borç tamamıyla ödendi. Hz. Câbir (r.a.) müşâhedesini şöyle anlatır:
"Tek, Allah babamın borcunu ödesin de, vallahi ben, kızkardeşlerimin yanına bir hurma tanesi ile dönüp gitmeye bile razı idim. "Halbuki Resûlullah, ondan bütün alacaklılara hurma verdiği halde, bir hurma bile eksilmediğini gördüm."(Buharî, 3:84, 199; Müsned, 3:373; 393; Mektûbat, s. 120-121)
Borç sahipleri olan Yahudîler de, bu hâdiseden çok taâccüp edip hayrette kaldılar.Bu, Resûl-i Kibriyâ Efendimizin apaçık bir mucîzesiydi!
Bedrü'l-Mev'id Gazâsı
Hicretin 4. senesi, Şaban ayı. (Mîlâdî 626.)Daha önce bahsi geçtiği gibi, Ebû Süfyan Uhud'dan dönüp giderken Müslümanlara, "Sizinle gelecek sene Bedir'de buluşalım" demiş, Hz. Ömer de Resûlullahın emriyle, "Olur! İnşaâllah orası bizimle sizin çarpışma yeriniz olsun" cevabını vermişti.
Uhud Muhaberesinin üzerinden bir sene geçmişti. Resûl-i Ekrem, verdiği sözünü yerine getirmek için harp hazırlıklarına başladı.Öte yandan Kureyş'in reisi Ebû Süfyân da harp hazırlıklarını sürdürüyordu. Fakat, o sene Mekke'de büyük bir kuraklık ve kıtlık hâkimdi. Bu sebeple Ebû Süfyan, halkı teşvik etmesine rağmen, kendisi harbe pek niyetli değildi.
Bedir'e gitme kararından vazgeçmek arzusunda olan Ebû Süfyan, Peygamberimizin de Müslümanlarla oraya gelmesine mani olmak istiyor, bunu nasıl başarabileceğinin yollarını araştırıyordu.
O sırada henüz Müslüman olmamış Nuaym bin Mes'ud ile Mekke'de karşılaştı. Nuaym, Mekke'ye umre yapmak maksadı ile gelmişti.
Ebû Süfyan, "Ey Nuaym!" dedi, "Ben Muhammed'le Ashabına Bedir'de buluşalım, çarpışalım, diye söz vermiştim. Vakit gelip çattı."Halbuki bu yıl, bizde kıtlık ve kuraklık hakimdir. Böyle bir yıl işimize gelmez.
"Onun için bu yıl Muhammed'le karşılaşmak istemiyoruz. Karşılaşmamız ise, onun cesaretini arttıracaktır" deyip niyet ve endişesini dile getirdikten sonra, Nuaym'e teklifini şöylece yaptı:
"Sen, hemen Medine'ye dön! Benim, karşı konulmayacak kadar kuvvet topladığımı bildir ve onları Bedir'de bizimle çarpışmaktan vazgeçir. Bu işi becerirsen, sana yetmiş yetişkin deve veririz."(İbni Sa'd, Tabakât 2:59; Taberî, 3:41)
Nuaym, derhal Medine'ye döndü. Va'dedilen mükâfata konmak için Mekkeli müşrikler lehinde kesin bir propagandaya girişti. Kureyşlilerin karşısına çıkılmayacak kadar güçlü bir ordu hazırlamış olduklarını söyleyip durdu. Münafıkların da bu yolda olanca gayretlerini ortaya koymalarıyla Müslümanlarda müşriklere karşı savaşma konusunda bir gevşeklik meydana geldi. Yahudîlerle münafıklar bu duruma son derece sevindiler. "Muhammed, artık şu Müslüman topluluktan kimseyi bu niyetinden vazgeçiremez" diyerek küstahça sevinçlerini izhâr ettiler.
Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ömer, durumu derhal Peygamberimize bildirdiler.Resûl-i Ekrem Efendimizin kararı kesindi:"Varlığım, kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki; va'dedilen yere Medine'den hiç kimse gitmek için çıkmazsa bile, ben tek başıma oraya çıkar giderim" dedi.(İbni Sa'd, Tabakât, 2:59.)
Cesaret dolu bu kararlı sözler, Müslümanların kalbinde şimşekler gibi çaktı. Allah'ın da yardımıyla, yüreklerine düşen korku ve tereddüdü bir çırpıda yok etti.Resûl-i Ekrem, yerine Abdullah bin Revaha'yı vekil bırakarak 1500 mücahidle Medine'den ayrıldı. Sancağı Hz. Ali taşıyordu. Orduda sadece on atlı vardı.(İbni Sa'd, Tabakât, 2:59.)
Mücahidler, Ayrıca beraberindeki malları da götürüyorlardı. Çünkü gidecekleri yerde, Araplar her sene bir ticaret pazarı, bir panayır kurarlardı. Sefere çıkışları da zaman bakımından panayır mevsimine rastlıyordu. Eğer düşman gelirse onunla çarpışacaklardı. Şayet gelmezse, ticaretlerini yapmış olacaklardı.Peygamber Efendimiz, ordusuyla Bedir'e gelip beklemeye başladı. Fakat, düşman kuvvetleri görünürde yoktu.
Zira, hazırlıklarını tamamlayıp Mekke'den çıkan Ebû Süfyan kumandasındaki 2000 kişilik müşrik ordusu, ancak Mecinne denilen nâhiyeye kadar gelebilmiş, oradan ileriye tek adım atabilme cesaretini gösterememiş ve Müslümanlarla çarpışmayı, sayıca fazla oldukları halde göze alamadıklarından Mekke'ye geri dönmüşlerdi.
Hz. Resûlullah, mücahidlerle Bedir'de sekiz gece bekledi. Ticaret pazarına gelen Arap kabileleri, Müslümanların güç ve kuvvetlerini koruduklarını, cesaret ve ümitlerini bir kere daha gördüler; nazarlarında Kureyş'in itibarı da böylece kırıldı.
Mücahidler, düşmanın gelmediğini görünce, panayırda alış veriş yapıp kat kat kâr ettiler. Sekiz gecelik bekleyişten sonra Peygamber Efendimiz, mücahidlerle birlikte sevinç ve ferah içinde Medine'ye döndü.Bu gazânın diğer bir adı Küçük Bedir'dir.

22. Sîre, 3:199.
23. A.g.e., 3:199; Tabakât, 2:57.
24. Sîre, 3:199; Tabakât, 2:57; İnsanü'l-Uyûn, 2:560.
25. Tabakât, 2:57.
26. Megazî, s. 284-285.
27. Tabakât, 2:57.
28. Tabakât, 2:57.
29. A.g.e., 2:57.
30. Taberî, 3:38.
31. Sîre, 3:200.
32. Haşr Sûresi, 5.
33. Bkz.: Tecrid Tercemesi, 12:167.
34. Haşr Sûresi, 11-12.
35. Tabakât, 2:58.
36. Haşr Sûresi, 6.
37. Uyunu'l-Eser, 2:50-51.
38. A.g.e., 2:50-51.
* Bu haslete 'îsâr' derler. Kişinin kendisi muhtaç iken, diğer kardeşinin ihtiyacını önde görerek, yardımına koşması demektir. Diğer bir ifâde ile, kişinin din kardeşini, kendi nefsine, şerefte, makamda, teveccühte, hatta maddî menfaat gibi nefsin hoşuna giden şeylerde tercih etmesidir. İslâm tarihi, îsâr hasletinin şaheser misalleriyle doludur.
39. Haşr Sûresi, 9.
40. Haşr Sûresi, 8.
41. Sîre, 3:201-202.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
gespenst

gespenst


Mesaj Sayısı : 588
Kayıt tarihi : 24/06/10
Nerden : ANKARA

80 - 85 EFENDİMİZİN S.A.V HAYATI  Empty
MesajKonu: Geri: 80 - 85 EFENDİMİZİN S.A.V HAYATI    80 - 85 EFENDİMİZİN S.A.V HAYATI  Icon_minitimeC.tesi Haz. 26, 2010 8:09 am



81 - PEYGAMBERİMİZİN, Hz. ÜMMÜ SELEME İLE EVLENMESİ

Asıl ismi Hind olan Hz. Ümmü Seleme, Mahzumoğulları Kabilesinden Ümeyye bin Muğire'nin kızı idi. Kocası Abdullah bin Abdü'1Esed, İslâmiyeti kabul etmesinden dolayı müşriklerin ezâ ve cefasına maruz kalınca, Habeşistan'a hicret etmişti. Bir çok Kureyşlinin Müslüman olduğu söylentisi üzerine Mekke'ye dönmüş, ancak haberin asılsız olduğunu öğrenince, binbir güçlükle bu sefer Medine'ye göç etmişti. Habeş ülkesine her iki hicrette de Hz. Ümmü Seleme kocasıyla birlikte bulunmuştu.
Kocası, Uhud Harbinde yaralanması sonucu hicretin dördüncü yılının Cemaziyelâhir ayı sonuna doğru vefat edince, dört çocuğu ile Hz. Ümmü Seleme dul kalınıştı.
Hz. Ümmü Seleme, vefâtından biraz önce kocasına, "Duyduğuma göre; Cennetlik kocası ölen Cennetlik bir kadın, sonradan başka birisiyle evlenmezse, muhakkak Allah onu Cennette kocasıyla bir araya getirecektir.
"Aynı şekilde; Cennetlik karısı ölen, Cennetlik bir koca, sonradan başka birisiyle evlenmezse, muhakkak Allah, onu da Cennette karısıyla bir araya getirecektir" dedikten sonra şu teklifi yapmıştı:
"O halde gel, seninle sözleşelim. Ne sen benden sonra evlen, ne de ben, senden sonra evleneyim!"
Fakat, Ebû Seleme bu teklifi kabul etmemiş ve, "Sen benim sözümü dinle; ben öldüğüm zaman sen evlen" demişti.
Sonra da; şu duâyı yapmıştı:"Allah'ım! Ümmü Seleme'ye, benden sonra, benden daha hayırlı, onu hor görmeyecek, incitmeyecek bir koca nasib et!"42



Peygamberimizin, Ümmü Seleme İle Konuşması

Hz. Ümmü Seleme, daha önce Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer'den gelen evlenme tekliflerini kabul etmemişti. Daha sonra, Peygamber Efendimiz, onu ve yetim çocuklarını himâyesi altına almak için Ümmü Seleme'ye evlenme teklifinde bulundu. Hz. Ümmü Seleme mâzur görülmesini istedi, "Ben hem yaşlı, hem de kıskanç bir kadınım. Aynı zamanda çoluk çocukluyum. Şahid olarak da velilerimden yanımda hiç kimse yoktur" dedi.
Teklifine bu cevabı veren Hz. Ümmü Seleme'ye bu sefer Peygâmber Efendimiz gitti ve evlenme teklifini bizzat tekrarladı. Sonra da şöyle konuştu:
"Yaşlı bir kadın olduğunu söylüyorsun. Halbuki, bir kadına kendisinden daha yaşlı bir erkekle evlenmesi ayıp değildir.
"Yetimlerin annesi olduğunu söyledin. Bunu bil ki, onların geçimleri Allah ve Resûlüne âittir.
"Kıskanç bir kadınım diyorsun. Bunun da senden izâlesi için Allah'a duâ ederim.
"Yanında velilerinden kimsenin bulunmadığını söylüyorsun. Onlardan hazır bulunan veya bulunmayanlardan bana razı olmayacak hiçbir kimse yoktur."
Bunun üzerine Ümmü Seleme yanında bulunan oğluna dönerek, "Kalk yâ Ömer, Resûlullaha beni nikâhla"43 dedi.
Böylece Cenâbı Hak, Ebû Seleme'nin vefatından önce "Allahım, Ümmü Seleme'ye benden sonra daha hayırlı, onu hor görmeyecek, incitmeyecek bir koca nasib et"44 duâsını kabul buyurmuş ve Ümmü Seleme'ye insanların en hayırlısına hanım olmayı nasib etmiş oluyordu.
Resûl-i Ekrem Efendimizle evlendiğinde 44 yaşında bulunan Hz. Ümmü Seleme, Hicretin 59. senesinde 84 yaşında iken vefat etti. Cenaze namazını Ebû Hüreyre (r.a.) kıldırdı ve Bakî Mezarlığına defnedildi.45
Okuma bilen, fakat yazmayı öğrenemeyen Hz. Ümmü Seleme fıkhı iyi bilenler arasında yer alıyordu. Resûl-i Ekrem Efendimizden rivâyet ettiği hadis sayısı 378'dir.

42. Tabakât, 8:88.
43. Tabakât, 8:89-90.
44. A.g.e., 8:88.
45. A.g.e., 8:96.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
gespenst

gespenst


Mesaj Sayısı : 588
Kayıt tarihi : 24/06/10
Nerden : ANKARA

80 - 85 EFENDİMİZİN S.A.V HAYATI  Empty
MesajKonu: Geri: 80 - 85 EFENDİMİZİN S.A.V HAYATI    80 - 85 EFENDİMİZİN S.A.V HAYATI  Icon_minitimeC.tesi Haz. 26, 2010 8:10 am



82 - HİCRÎ DÖRDÜNCÜ SENENİN DİĞER MÜHİM BAZI HÂDİSELERİ



İçki Haram Kılındı

İçki, hicretin dördüncü yılında, Benî Nadir Yahudîlerinin yurtlarında sürgün edip çıkarıldıkları sırada haram kılınıp yasaklandı.
İçki üç safhada inen âyetlerle haram kılındı.
Resûl-i Ekrem Efendimiz Medine'ye teşrif ettikleri zaman Müslümanlar arasında da içki içiliyor, kumar oynanıyordu.Peygamber Efendimiz gelince, ondan içkinin ve kumarın hükmünü sordular. O sırada Hz. Ömer de, "Yâ Rabbi! İçki hakkında bize, açık ve kesin bir beyânda bulun" diye duâ etti.
Bir müddet sonra, "Sana içkiyi ve kumarı soruyorlar: De ki; 'Onlarda büyük günâh ve hem insanlar için bazı faydalar vardır. Fakat günahları, faydalarından daha büyüktür..."46 meâlindeki âyet-i kerime nazil oldu.
Bunun üzerine Müslümanlardan bir kısmı zararından dolayı içkiyi bıraktı, bir kısmı ise içmeye devam etti.
Ancak, içenler arasında bu arada bazı nâhoş durumlar meydana geldi. Hatta Ashabdan biri, akşam namazını kıldırırken, kıraâti yanlış ve ters mânâ çıkacak şekilde karıştırdı.
Hz. Ömer tekrar, "Allah'ım, içki hakkında bize açık ve kesin bir beyânda bulun" diye duâ etti.
Çok geçmeden şu âyet-i kerime nazil oldu:
"Ey îmân edenler! Sarhoş olduğunuz zaman ne söylediğinizi bilinceye kadar, cünüp olduğunuz zaman da eğer yolcu değilseniz, gusledinceye kadar namaza yaklaşmayın."47
Bu da yasağın ikinci safhasını teşkil ediyordu.
Bu âna kadar Müslümanlar arasında da bir hayli içki içen vardı. Bunun üzerine Müslümanlar, "Yâ Resûlallah, biz, namaz vakti yaklaşınca içki içmeyiz" dediler.
Peygamber Efendimiz, onlara cevap vermeyip sustu.
Namaz kılınacağı zaman da Resûl-i Kibriyâ Efendimizin emriyle "Hiçbir sarhoş namaza yaklaşmasın" diye nidâ edilirdi.
Buna rağmen Müslümanın biri akşamleyin içki içip namaza geldi.
Hz. Ömer tekrar, "Allah'ım, içki hakkında bize açık ve kesin bir beyânda bulun" diye duâ etti. O zaman da şu âyet-i kerime nâzil oldu.
"Ey îmân edenler! İçki, kumar, putlar ve kısmet çekilen fal okları hep şeytanın işinden birer pisliktir ondan kaçının ki kurtuluşa eresiniz.
"Şüphesiz şeytan, içki ve kumarla, aranıza düşmanlık ve kin sokmak, sizi Allah'ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık bunlardan vazgeçtiniz, değil mi?"48
Bundan sonra Müslümanlar, "Artık içkiden, kumardan vazgeçtik Rabbimiz" dediler.
Bu da içki yasağının üçüncü safhasıydı. Ve, böylece içki bütün Müslümanlara haram kılınıyordu.
Bu âyetlerin nâzil olması üzerine Peygamberimizin emriyle tellal, "Haberiniz olsun ki; içki haram kılınmıştır" diyerek Medine sokaklarından nidâ etti.
Bu emri duyan Müslümanlar evlerinde bulunan bütün içkileri derhal döktüler. Dökülen içkiler, Medine sokaklarından sel gibi aktı.
Konu ile ilgili bir kaç hadîsi de nakledelim:
"Muhakkak ki Allah, içkiye, onu yapana, yapılan yere, onu içene, içirene, taşıyana, taşıtana, satana, satın alana, onun bedelini ve kazancını yiyene lânet etmiştir."49
"Her sarhoş edici şey içkidir ve her sarhoş edici içki haramdır.
"Kim dünyada devamlı içki içer ve tevbe etmeden ölürse, âhirette o kimse, âhiret şerbeti içemez!"50
"İçkiden uzak durunuz! Çünkü, o, her kötülüğün anahtarıdır."51
"İçki, bütün murdarlıkların, kötülüklerin anasıdır."
52
"Çoğu sarhoş edenin, azı da haramdır."53



Ezvâc-ı Tahirattan Hz. Zeynet bint-i Huzeyme Vefât Etti


Peygamberimizin zevcesi Hz. Zeynep, İslâmiyetten önceki devirde, yoksul ve muhtaçlara çok acıdığı, şefkat ve merhametli davrandığı, onlara devamlı yemekler yedirdiği ve sadakalar verdiği için ''Ümmü'l-Mesakîn (Miskinler, Düşkünler Annesi)" diye bilinir ve yâd edilirdi. Resûl-i Kibriyâ Efendimizle evliliği Hicretin üçüncü yılı Ramazan ayında olmuştu. Hicretin bu dördüncü yılı Rebiülâhir ayı sonunda ise otuz yaşında iken vefat etti.
Resûl-i Kibriyâ Efendimiz, namazını kıldırdıktan sonra onu, Baki kabristanına defnetti. Efendimizin hayatında Hz. Hatice-i Kübrâ ile Hz. Zeynep'ten başka zevcesi vefât etmemiştir!



Hz. Ali'nin Vâlidesi Fâtıma Hâtun Vefât Etti

Fâtıma binti Esed, Nebiy-yi Muhterem Efendimizin amcası Ebû Talib'in zevcesi idi. İlk sıralarda Müslüman olmuş ve Medine'ye hicret etmişti. Peygamber Efendimize çocukluğunda büyük hizmetlerde bulunmuştu. Onu çocuklarından daha çok sever ve ihtimam gösterirdi. Peygamber Efendimiz de her zaman onu saygıyla anar, halini, hatırını sorar, onu ziyaret ederdi.
İşte yüksek ahlâk sahibi bu İslâm kadını, hicretin bu dördüncü yılında Medine'de hakkın rahmetine kavuştu. Resûl-i Ekrem Efendimiz ona olan sevgi ve saygısını, "Bugün annem, vefât etti" diyerek izhar etmiştir.
Hz. Ali (r.a.), "Annem Fâtıma binti Esed vefat ettiği zaman Resûlullah (a.s.m.), kendi gömleğini sırtından çıkarıp ona kefen olarak sardırdı ve cenaze namazını kıldırdı" demiştir.
Resûl-i Kibriyâ Efendimiz, bu mübârek ve muhterem kadının kabrine de indi ve bir müddet kabrin içinde uzandı. Sonra kabirden çıktı. Gözleri yaşlarla doluydu.
Müslümanlar, "Yâ Resûlallah," dediler, "biz, senin buna yapmış olduğun şeyi, başkasına yaptığını görmemiştik?"
Nebiy-yi Muhterem Efendimiz şu cevabı verdi:
"Ebû Talib'den sonra bu kadıncağız kadar bana iyiliği dokunan bir başka kimse olmamıştır. Ona, Cennet elbiselerinden giydirilsin diye gömleğimi kefen olarak giydirdim! Kabir hayatı, kendisine mülayim ve kolay gelsin diye de kabirde yanına uzandım."54
Bundan sonra da Resûl-i Zişan Efendimiz şu duâyı yaptı:
"Allah sana merhamet etsin ve hayırla mükafatlandırsın.
"Allah sana rahmet etsin, ey annem!
"Sen, benim annemden sonra annem idin.
"Kendin aç durur, beni doyururdun.
"Kendin giymez, beni giydirirdin.
"En iyi nimetlerden nefsini alıkoyar, bana tattırırdın. Bunu da ancak Allah rızâsını ve âhiret yurdunu umarak yapardın.
"Allah ki, diriltendir, öldürendir. Hayy ve Kayyumdur, O.
"Allah'ım! Annem Fâtıma binti Esed'i af ve mağfiret et.
"Ona hüccet ve delilini anlat! Kabrini genişlet.
"Ben Resûlünün ve benden önceki peygamberlerinin hakkı için, duâmı kabul buyur, ey merhametlilerin en merhametlisi olan Yüce Allah!"



Peygamberimizin Torunu Hz. Hüseyin Dünyaya Geldi

Hicretin dördüncü yılı Şaban ayında Resûl-i Ekrem Efendimizin torunu, Hz. Ali'nin ikinci oğlu Hz. Hüseyin Hz. Fâtıma'dan dünyaya geldi.
Doğumunun yedinci gününde Peygamber Efendimiz bu nur topu torunu için akika kurbanı olarak iki koç kestirdi. Kulağına ezân okuyup ismini koydu ve saçını kestirdi.Torunu Hz. Hasan gibi, Hz. Hüseyin de Nebiy-yi Muhterem Efendimize benzerdi. Bu her iki torunu için Efendimiz: "Allah'ım! Ben, bunları seviyorum. Sen de sev bunları"55 diyerek duâ etmiştir.
Birgün Ebû Eyyûbi'l-Ensarî (r.a.), Resûl-i Kibriyâ Efendimizin huzuruna girdiğinde onun Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'le oynadığını gördü, "Yâ Resûlallah, sen onları çok mu seviyorsun?" diye sorunca Peygamber Efendimiz şu karşılığı vermişti:
"Nasıl sevmiyeyim ki? Bunlar, benim dünyada kokladığım iki Reyhânımdır."56
Zeyd Bin Sâbit Arap, İbrani Ve Süryani Yazısını Öğrendi
Zeyd bin Sabit (r.a.), Hicretten önce Evs ve Hazreç kabileleri arasında Buas günü vuku bulan çarpışmalarda babasının ölmesiyle yetim kalmıştı. O sırada altı yaşında idi.
Resûl-i Kibriyâ Efendimiz, Bedir'de esir alınan Kureyş müşriklerinden malî durumu kurtuluş fidyesi ödemeye müsait olmayan herbirisinin, Ensar çocuklarından on çocuğa iyice okuma yazma öğrettiği takdirde serbest bırakılacaklarını bildirmişti. İşte Zeyd bin Sabit de, o zaman okuma yazma öğrenmiş olan Ensar çocuklarındandı.
Hz. Zeyd bin Sabit, son derece zeki idi. Hicretin bu dördüncü senesinde Peygamber Efendimiz, kendisine Yahudî yazısını, yani İbraniceyi öğrenmesini emretti ve, "Ben yazılarımı, onların değiştirmeyeceklerinden emin değilim"57 buyurdu.
Bunun üzerine Hz. Zeyd, 15 gün içinde İbraniceyi öğrendi, hatta onda maharet sahibi oldu. Resûl-i Kibriyâ Efendimiz, bundan sonra Yahudîlere birşey yazacağı zaman, onu Hz. Zeyd'e yazdırır, Yahudîlerden gelen yazıları da ona okuturdu.58
Yine birgün Resûl-i Kibriyâ Efendimiz, Hz. Zeyd'e, "Süryaniceyi güzelce okuyup yazabilir misin? Çünkü bana, Süryanice yazılar geliyor" dedi.
Hz. Zeyd cevaben, "Hayır, iyi okuyup, yazamam" deyince, Peygamber Efendimiz:
"O halde sen onu iyice öğren" buyurdu.
Bu emir, üzerine Hz. Zeyd bin Sâbit 17 günde de Süryaniceyi öğrendi.l



Hz. Osman'ın oğlu Abdullah vefât etti

Hz. Osman, Habeşistan'a hanımı Hz. Rukiyye ile birlikte hicret etmişti. Orada bir çocukları dünyaya gelmiş ve ismini Abdullah koymuşlardı.
Abdullah, altı yaşında bulunduğu sırada bir horoz yüzünü gözünü gagaladı. Yüzü gözü şişti. Fenâ halde hastalandı. Bu hastalıktan kurtulamayarak da hicretin dördüncü senesi Cemaziyelevvel ayında vefât etti.
Bu torununun cenaze namazını bizzat Peygamber Efendimiz kıldırdı.
Kabrine ise, babası Hz. Osman indirdi.60
Abdullah'ın mezar taşını diken Resûl-i Kibriyâ Efendimizin gözlerinden yaşlar döküldü. Şöyle buyurdular:
"Allah Teâla, kullarından, merhametli ve yufka yürekli olanlara rahmet eder!"61

46. Bakara Sûresi, 219.
47. Nisa Sûresi, 43.
48. Mâide Sûresi, 90-91.
49. Ebû Davud, Sünen, 2:292.
50. Müslim, 5:100.
51. Hakim, Müstedrek, 4:145.
52. Dare Kutnî, Sünen, 4:247.
53. Ebû Davud, Sünen, 2:294.
54. İstiâb, 4:1891.
55. Tirmizî, Sünen, 5:661.
56. A.g.e., 5:657.
57. Taberî, 3:42; Müsned, 5:1856.
58. Ebû Davud, Sünen, 2:286; Tirmizî, Sünen, 5:67-68.
59. Müsned, 5:182.
60. Tabakât, 3:53-54.
61. Belazurî, Ensab, 1:401.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
gespenst

gespenst


Mesaj Sayısı : 588
Kayıt tarihi : 24/06/10
Nerden : ANKARA

80 - 85 EFENDİMİZİN S.A.V HAYATI  Empty
MesajKonu: Geri: 80 - 85 EFENDİMİZİN S.A.V HAYATI    80 - 85 EFENDİMİZİN S.A.V HAYATI  Icon_minitimeC.tesi Haz. 26, 2010 8:10 am



83 - DÛMETÜ'L-CENDEL GAZÂSI

Hicretin 5. senesi, Rebiülevvel ayı. (Milâdî, 626)
Birkaç Arap kabilesi Medine'ye on beş gece uzaklıkta bulunan Şam beldelerinden biri olan Dûmetü'l-Cendel'de toplanarak gelen giden yolcuları rahatsız ediyorlar, onlara zulmediyorlardı. Ayrıca İslâm devletinin başşehri Medine üzerine yürümeye de hazırlanıyorlardı.(İbni Sa'd, Tabakât, 2:62)
Peygamberimiz bu durumu haber aldı. Vakit geçirmeden bin kişilik ordusuyla yola çıktı. Efendimiz, bu tarz gazâlarda dâima düşmanı yerinde ve ânında bastırmak tarzını tercih ederdi. Ordusuyla adı geçen mevkie vardığında ortalıkta kimseler görünmüyordu. Düşman, İslâm ordusunun üzerlerine gelmekte olduğunu duymuş ve kaçmıştı. Yalnız bir kişiye rastladılar, o da dâvet üzerine Müslüman oldu.(İbni Sa'd, Tabakât, 2:62.)
Resûl-i Ekrem Efendimiz, bir kaç geceyi burada düşmanı beklemekle geçirdikten sonra Medine'ye geri döndü.

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
gespenst

gespenst


Mesaj Sayısı : 588
Kayıt tarihi : 24/06/10
Nerden : ANKARA

80 - 85 EFENDİMİZİN S.A.V HAYATI  Empty
MesajKonu: Geri: 80 - 85 EFENDİMİZİN S.A.V HAYATI    80 - 85 EFENDİMİZİN S.A.V HAYATI  Icon_minitimeC.tesi Haz. 26, 2010 8:11 am



84 - PEYGAMBERİMİZİN Hz. ZEYNEP BİNT-İ CAHŞ'LA EVLENMESİ

Hicretin 5. senesi, Zilkâde ayı.
Hz. Zeynep binti Cahş, Resûl-i Ekrem Efendimizin halası Ümeyme binti Abdülmuttalib'in kızı idi. Daha önce Peygamber Efendimizin evladlık edindiği Hz. Zeyd bin Hârise ile evlenmişti. Bu evliliğin dünürlüğünü de bizzat Resûl-i Ekrem Efendimiz yapmıştı.62
Hz. Zeynep ve ailesi böyle bir evliliği istemedikleri halde sırf Peygamber Efendimizin ısrarı üzerine rıza göstermişlerdi.
Hz. Zeyd, izzetli zevcesi Hz. Zeynep'i kendisine mânen küfüv (denk) bulmuyordu. Bu durum mânevî imtizaçsızlığa sebep oluyordu. Nitekim evliliklerinin birinci yılı henüz bitmişken, Hz. Zeyd, Peygamber Efendimize gelerek, "Yâ Resûlallah! Ben, âilemden ayrılmak istiyorum" dedi.
Peygamberimizin cevaben, "Zevceni tut boşama! Allah'tan kork" buyurdu.63
Fakat Hz. Zeyd, ferasetiyle Hz. Zeynep'in yüksek bir ahlâkta yaratılmış olduğunu ve bir peygamber hanımı olacak fıtratta bulunduğunu hissetmişti. Kendisini de ona zevc olacak fıtratta mânen küfüv bulmadığı için boşadı.
Peygamber Efendimiz, mânevî geçimsizlik sebebiyle Hz. Zeyd ve Hz. Zeynep arasındaki evliliğin son bulmasından son derece üzüldü. Çünkü, bu evliliği kendisi arzu etmişti. Durumun düzeltilmesi, mahzun Zeynep (r.a.) ile hâdiseden dolayı üzülen akrabalarının gönlünün alınması gerekiyordu.
Hz. Zeynep'in iddeti (boşandıktan sonra beklemesi gereken müddet) dolmuştu.
Resûl-i Ekrem Efendimiz birgün Hz. Âişe Validemizle oturmuş sohbet ediyordu. Bu esnada kendisine vahiy geldi. İnen âyetlerde Cenâb-ı Hak şöyle buyuruyordu:
"Zeyd o hanımla alâkasını kesince Biz onu sana nikâhladıktâ ki evlâtlıklarının boşadığı hanımlarla evlenmenin mü'minler için günah olmayacağı anlaşılsın. Allah'ın emri işte böylece yerine getirilmiştir.
"Allah'ın kendisi için takdir ettiği şeyi yerine getirmesinde Peygamber için bir vebâl yoktur. Daha önce geçen peygamberler hakkında da Allah'ın kanunu böyledir. Allah'ın emri, tâyin edilmiş ve değişmez bir hükümdür."64
Vahiy hali sona erince, Kâinatın Efendisi Peygamber Efendimiz (a.s.m.) gülümsedi, "Allah'ın, onu bana gökte nikâhladığını, Zeynep'e, kim gidip müjdeler?" buyurdu.
Âyet-i kerimelerden açıkça anlaşılacağı gibi, Cenâb-ı Hak, Hz. Zeynep'i zevceliğe alması için Peygamberimize emir vermiştir. Resûl-i Ekrem Efendimiz de bu emre uyarak Hz. Zeynep'i zevceliğe almıştır. Âyet-i kerimedeki "Biz onu sana zevce yaptık" beyanı bu nikâhın bir akdi semavi olduğuna açıkça delâlet ediyor. Demek ki, bu nikâh, harikulâde, örf ve zahiri muâmelelerin üstünde sırf Allah'ın emriyledir ki, Resûl-i Kibriyâ Efendimiz, Allah'ın emrine boyun eğmiştir. Nefsî arzularla hiçbir ilgisi yoktur.



Bu evliliğin mühim bir hikmeti

Cenâb-ı Hakkın emriyle, Peygamber Efendimizle (a.s.m.) Hz. Zeynep arasında kurulan bu evliliğin ehemmiyetli bir şer'i hükmü olduğu gibi, Bütün mü'minleri ilgilendiren bir hikmet ve fayda tarafı da vardı. Bu da konu ile ilgili gelen vahyin: "Tâ ki, evlâtlıklarını, kendilerinden alâkalarını kestikleri zevcelerini almakta mü'minler üzerine günah olmasın" meâlindeki kısmında beyan buyurulmuştur.
Çünkü, Cahiliyye Devrinde, bir kimse birisini evlât edindiği zaman, halk, evlâtlığı, onun adıyla anar ve evlâtlık, öz evlât gibi o kimsenin mirasından faydalanırdı. Haliyle bu inanca göre, evlâtlığın boşadığı kadını, onu evlât edinen kimse alamazdı, bu haramdı.
İşte, Peygamber Efendimizin, Allah Teâlânın emrine uyarak, Hz. Zeynep'i zevceliğe almasıyla Cahiliyye Devrinin bu inanç ve âdetinin bâtıl olduğunu ortaya kondu. Böyle bir durumda mü'minler için de vebâl ve günahın söz konusu olamayacağı belirtildi.



Münafıkların Dedikoduları

Peygamber Efendimiz (a.s.m.) Hz. Zeynep'le evlenince, her meselede fırsat kollayıp, Müslümanlar arasında fitne ve fesatı çıkarmaya can atan münafıklar, bu meselede de ileri geri konuşmaya başladılar. Cahiliyye Devri inancına göre, evlâtlığın boşadığı karısını almayı haram sayıp, bunu Resûl-i Ekrem Efendimiz (a.s.m.) aleyhinde dedikodu vesilesi yapıp, "Muhammed, evlâdın karısıyla evlenmeyi haram kıldı. Kendisi ise oğlu Zeyd'in boşadığı karısıyla evlendi" diyerek yaygaraya başladılar.65 Gelen vahiy bu hususa da açık bir şekilde şöyle cevap veriyordu.66
"Muhammed hiçbirinizin babası değildir; o Allah'ın Resûlüdür ve peygamberlerin sonuncudur. Allah ise herşeyi hakkıyla bilir."67
Peygamberlerin, ümmetlerine bir baba gibi nazar ve hitapları risâlet vazifesi itibariyledir, beşeri şahsiyetleri itibariyle değildir. Bu bakımdan, elbette onlardan zevce almanın uygun olmayacağından bahsedilemez. Kur'ânı Kerim, zihinlerde bu hususta uyanacak herhangi bir istifhamı bertaraf etmek maksadıyla, meâlini aldığımız son âyet-i kerime ile mânen şöyle demektedir:
"Peygamber rahmeti İlâhiye hesabıyla size şefkat eder, pederâne muâmele eder ve risâlet namına siz Onun evlâdı gibisiniz. Fakat şahsiyeti insaniye itibariyle pederiniz değildir ki, sizden zevce alması münasip düşmesin! Ve sizlere 'oğlum' dese, ahkâmı şeriat itibariyle siz onun evlâdı olamazsınız!"68
Böyle bir çok cihetlerden hikmetleri bulunan ve hayırlara vesile olan bu pâk ve nezih evliliğe toz kondurmak ve bununla da Resûl-i Kibriyâ Efendimizin yüce şahsiyetine gölge düşürmek niyetiyle çırpınıp duranların, hüsni niyetten ne kadar uzak ve maksadı hareket ettikleri, elbette ki, bu izahlarımız neticesinde, basiret ve feraset sahibi mü'minlerin gözünden kaçmaz.



Düğün Ziyafeti Ve Bir Mu'cîze

Evliliklerinde Ashabına düğün ziyafeti tertiplemek, Resûl-i Ekrem Efendimizin bir âdeti idi. Bu âdet, Müslümanlar arasında da günümüze kadar sünnet olarak devam edip gelmiştir.
Fahr-i Kâinat Efendimiz, Hz. Zeynep'le evlendiği gün, Enes bin Mâlik'in annesi Ümmü Süleym, kendilerine yağda kavrulmuş biraz Medine hurması gönderdi. Gönderilen hurma küçük bir kap içinde ancak Peygamber Efendimiz ve Hz. Zeynep'e kâfi gelebilecek kadardı.
Hâdiseyi, bu bir avuç hurmayı getiren "Hâdimi Nebevî" ünvaniyle şöhret bulan Hz. Enes bin Mâlik şöyle anlatır:
"Nebî (a.s.m.) götürdüğümü kabul etti ve 'Bana, Ebû Bekir, Ömer, Osman ve Ali'yi (r.a.) çağır' diye emretti. Bu arada daha birçok kimsenin ismini zikretti. Resûlullahın azıcık bir yiyecek için birçok kimseyi çağırmayı bana emretmesine şaştım. Ama emrine aykırı hareket edemezdim. Onların hepsini çağırdım.
"Bu sefer, 'Bak, Mescid'de kim varsa, onları da çağır' dedi. Öyle yaptım. Mescid'e gidip, orada namaz kılan kimi buldumsa onlara, 'Resûlullahın düğün ziyafetine buyurunuz' dedim.
"Geldiler. Nihayet sofra doldu. Bana, 'Mescid'de kimse kalmadı mı?' diye sordu. 'Hayır' dedim.
"Bu sefer, 'Bak, yolda kim varsa, onları da çağır' dedi.
"Çağırdım. Odalar da doldu. 'Gelmeyen kimse kaldı mı?' diye sordular.
"Hayır, yâ Resûlallah!" dedim.
"'Haydi çanağı getir' buyurdu.
"Getirip önüne koydum. Elini çanağın üzerine koyup bereket duâsında bulundu. Bundan sonra, 'Onar onar halkalansınlar ve herkes kendi önünden yesin' buyurdu.
"Dâvetliler emredilen şekil üzere oturarak doyuncaya kadar yediler. Böylece bütün dâvetliler bölük bölük gelip yiyip gittiler."Ben çanaktaki hurmaya bakıyordum. Sofada ve odalarda bulunanların hepsi ondan doyuncaya kadar yedikleri halde çanaktaki hurma getirdiğim gibi duruyordu.
"Resûlullah bana, 'Ey Enes! Kaldır' diye emretti.
"Ben de çanağı kaldırdım. Sonra da annemin yanına vardım. Hâdiseyi. olduğu gibi anlattım. Annem de bana, 'Hiç hayret etmene gerek yok! Eğer, Allah ondan bütün Medinelilerin yemesini dilemiş olsaydı, hepsi de yer ve doyarlardı' dedi."69
Peygamberimiz Hz. Muhammed'in (a.s.m.) dini, dâveti ve risaleti umumî olduğu için, hemen hemen Kâinatın her nevinden mucîzelere mazhar olmuştur. Duâsıyla yemeklerin bereketlenmesi hususunda da birçok mucîzeler göstermiştir. Mevzu ile ilgisi bakımından bu mucîzeyi burada naklettik. Ve, duâ ediyoruz:
"Yâ Rab! Resûl-i Ekremin (a.s.m.) bereketi hürmetine bize ihsan ettiğin maddî ve mânevî rızkımıza bereket ihsan eyle!"



Hicâb Âyetinin Nâzil Olması

Hz. Zeynep'in düğün yemeğine dâvet edilenler, dağılmış, sadece üç kişi kalmıştı. Bunlar oturup konuşmaya dalmışlardı. Peygamber Efendimiz bu durumdan hoşlanmadı. Kalkıp Hz. Âişe'nin odasına kadar gitti. Sonra birbiri ardınca Ezvâc-ı Tâhiratın da odalarına uğradı. Biraz sonra konuşanlar gitmişlerdir zannıyla döndü. Fakat, onlar hâlâ konuşmalarına devam ediyorlardı. Resûl-i Ekrem Efendimiz, onlara birşey diyemedi. Tekrar, Hz. Aişe Vâlidemizin odasına doğru gider gibi davrandı. Bu sırada onlar da kalkıp gittiler. Peygamber Efendimize haber verilince hemen geri döndü. Hücre-i Saâdete girdi.
Daha önceleri de Hz. Ömer, "Yâ Resûlallah! Hanımlarınızı perde arkasına alsanız. Zira, huzurunuza her çeşit insan gelir, gider" derdi. Fakat, Cenâb-ı Hak tarafından herhangi bir emir gelmediğinden Resûl-i Kibriyâ Efendimiz, Hz. Ömer'in bu sözüne karşı sükût ederdi. Hattâ bir gün Ezvâc-ı Tâhirattan Hz. Sevde'yi dışarda görmüş ve "Ey Sevde! Biz seni tanıdık" demişti.70 Bu sözü, Hicab hakkında İlâhî emrin gelmesini şiddetle arzu etdiği için sarfetmişti.
Hz. Zeyneb'in düğün yemeğinde de yukarıda bahsettiğimiz hâdise meydana gelince, hicâb âyeti nâzil oldu:
"Ey îmân edenler! Yemek için dâvet olunmadan Peygamberin evine girip de orada yemek vaktini beklemeyin. Dâvet edildiğinizde ise girin; fakat yemeğinizi yedikten sonra sohbete dalmadan dağılın. Bu hareketleriniz Peygambere eziyet verir; o da size bunu açıklamaktan sıkılır. Allah ise hakkı açıklamaktan çekinmez. Peygamberin hanımlarından birşey istediğinizde de perde arkasından isteyin. Hem sizin kalbiniz, hem de onların kalbi için bu daha temiz bir harekettir. Ne Allah'ın Resûlüne eziyet vermeniz, ne de ölümünden sonra onun hanımlarını nikâhlamanız size ebediyen câiz değildir. Muhakkak ki bu Allah katında pek büyük bir günahtır."71
Nâzil olan bu âyet-i kerimeyi Peygamber Efendimiz dışarı çıkıp halka okudu. Bunun üzerine Ezvâc-ı Tâhirat da perde arkasına çekildiler.72
Bundan sonra, neseb ve süt emme yönünden akraba olanlarla, hizmetçi ve hürriyetlerine kavuşmak için anlaşma yapmış bulunanlar dışındakilerle Ezvâc-ı Tâhirat gerektiği zaman ancak perde arkasında konuşur görüşürlerdi.73
Bir gün Peygamber Efendimizin yanında Hz. Ümmü Seleme ile Hz. Meymune bulunuyordu. Bu esnada âmâ olan Abdullah ibni Ümmi Mektum (r.a.) içeri girdi. Peygamberimiz hanımlarına, "Perde arkasına çekiliniz" diye emretti.
Onlar, "Yâ Resûlallah, o âmâ değil midir? Gözleri görmez ve bizi tanımaz" dediler.
Peygamber Efendimiz, "Siz de âmâ mısınız? Onu görmüyor musunuz?" buyurdu.74



Müslüman Kadınlara Tesettürün Emredilmesi

Bir kısım edepsiz münafıklar, köle kadınlara sataşırlardı. Zaman zaman sâir kadınları da, köle zannıyla rahatsız ederlerdi.
Bunların, mü'minlerin hanımlarını da rahatsız ettikleri olurdu. Neden böyle yaptıkları sorulduğunda ise, "Biz onları köle sanmıştık" diyerek mazeret uydururlardı.
Bu hâdiseler üzerine Müslüman kadınların örtünmelerini emreden şu âyet-i kerime nâzil oldu:
"Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve mü'minlerin hanımlarına söyle, evlerinden çıktıklarında dış örtülerini üzerlerine alsınlar. Bu, onların hür ve iffetli hanımlar olarak tanınmaları ve eziyete uğramamaları için daha uygundur."75

62. Tabakât, 8:101.
63. A.g.e., 8:101; Tirmizî, Sünen, 5:354; ibn-i Kesir, Tefsir, 3:491.
64. Ahzab Sûresi, 37-38.
65. Cahiliyye Devrinin bu evlâd edinme âdeti Kur'ân-ı Kerîmin şu mealdeki âyet-i kelimeleriyle ortadan kaldırılmıştır. '... Allah evlâtlıklarınızı, oğullarınız hükmünde kılmamıştır. Bunlar sizin ağzmızdaki mânâsız bir sözden ibarettir. Allah ise hakkı bildiriyor ve kullarını doğru yola iletiyor.
'Onları kendi babalarına nisbet edin; Allah katında doğru olan budur. Eğer babalarının kim olduğunu bilmiyorsanız, zâten onlar sizin din kardeşleriniz ve dostlarınızdır. Bu hususta unutarak veya bilmeyerek yaptığınız hatadan dolayı sizin için bir günah yoktur; siz ancak kasten yaptıklarınızdan mes'ulsünüz. Allah ise çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir.' (Ahzab Sûresi, 4-5.)
66. Tirmizî, Sünen, 5:352.
67. Ahzab Sûresi, 40.
68. Mektûbat, s. 28-29.
69. Müslim, 2:1051.
70. A.g.e., 4:151.
71. Ahzab Sûresi, 53.
72. Müslim, 4:151.
73. Tabakât, 8:177.
74. A.g.e., 8:178.
75. Ahzab Sûresi, 59.

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
gespenst

gespenst


Mesaj Sayısı : 588
Kayıt tarihi : 24/06/10
Nerden : ANKARA

80 - 85 EFENDİMİZİN S.A.V HAYATI  Empty
MesajKonu: Geri: 80 - 85 EFENDİMİZİN S.A.V HAYATI    80 - 85 EFENDİMİZİN S.A.V HAYATI  Icon_minitimeC.tesi Haz. 26, 2010 8:12 am



85 - BENÎ MÜSTALIK GAZÂSI

Huzaâ kabilesinden Benî Müstâlik oymağının reisi Hâris bin Ebî Dırar, kabilesiyle birlikte etrafta sözünü geçirdiği bir kaç Arap kabilesini daha bir araya toplayarak Medine'ye, Müslümanların üzerine yürümeye hazırlanıyordu.76
Böyle bir hazırlığın olduğu haberi Medine'ye ulaştı. Peygamber Efendimiz, önce haberin doğruluk derecesini öğrenmek istiyordu. Bu maksatla, Ashabtan Büreyde bin Husaybe'l-Eslemî'yi vazifelendirdi. Hz. Büreyde, Benî Müstalık yurduna gidecek ve durumu öğrenecekti.
Hz. Büreyde, Medine'den ayrılmadan önce, Peygamberimize, onları şüphelendirmemek ve kendini muhafaza etmek gayesiyle hakikata muhalif beyanda bulunup bulunamayacağını sordu. Resûl-i Ekrem gerektiğinde böyle hareket edilebileceği müsâadesini verdi.
Hz. Büreyde, Müstalıkoğullarının yurduna vardı. Onlardan biriymiş gibi davrandı ve şöyle dedi:
"Ben, sizdenim. Şu adam [Peygamberimiz] için derlenip toplandığınızı işittim. Ben de kavmimden bana itâat edenlerle size katılmak istiyorum. Onların [Müslümanların] kökünü kazıyıncaya kadar işbirliği yapalım!
"Benî Müstalıkların reisi Hâris bin Ebî Dırar, "Biz de, bu iş için hazırlanıyoruz. Bize katılmakta acele et!" dedi.
Hz. Büreyde, "Şimdi hayvanıma atlar ve kavmimden büyük bir toplulukla yanınıza gelirim" diyerek oradan ayrıldı.77
Hz. Büreyde, derhal Medine'ye gelip durumu Resûl-i Kibriyâ Efendimize bildirdi.



İslâm Ordusunun Hareketi

Şaban ayının ikinci Pazartesi günü idi. Resûl-i Ekrem Efendimiz, yedi yüz kişi ile, yerine Hz. Zeyd bin Hârise'yi vekil tayin ederek Medine'den hareket etti. İslâm ordusunda 30 kadar at vardı. Ayrıca Ezvâc-ı Tâhirattan Hz. Âişe ile Hz. Ümmü Seleme Vâlidemiz de birlikte idiler.78
Gariptir ki, münafıklar, hiç bir gazâya bu gazâ kadar ilgi göstermemişlerdi. Bir çoğu İslâm ordusuna katılmıştı.2 Maksatları; ganimetten istifade etmek ve fırsat kollayarak Müslümanlar arasına fitne fesad düşürmekti.
İslâm ordusu Müreysi Suyu başına doğru ilerlerken, düşman casuslarından biri ele geçirildi. Yapılan dâvet üzerine Müslüman olmayınca katledildi.80
Bunu duyan Müstalıkoğulları fazlasıyla korktular. Hattâ etraftan topladıkları bir çok kimse kendilerini terk ederek dağıldı.
Resûl-i Ekrem Efendimiz, ordusuyla Müreysi Kuyusu başına kadar geldi. Hemen orada kendileri için deriden bir çadır kuruldu. Sonra ordusunu harp nizamına koydu. Muhacirlerin sancağını Hz. Ebû Bekir'e, Ensarınkini ise Sa'd bin Ubâde'ye verdi. Hz. Ömer'e, "Lâ ilâhe illallah, deyiniz de canlarınızı, mallarınızı koruyunuz" diye seslenmesini emretti. Müstalıkoğulları teklifi kabul etmediler. Üstelik mücahidlere ok atarak çarpışmayı bizzat başlatmış oldular.81
Bunun üzerine mücahidler de onlara ok atmaya başladılar. Sonra Peygamber Efendimiz, ordusuna birden hücuma kalkma emri verdi. Hücum neticesinde Benî Müstalıklardan on kişi öldürüldü. Geri kalanları ise esir alındı.82
İslâm ordusundan ise, sadece bir mücahid yanlışlıkla düşmandan biri sanılarak bir Müslüman tarafından şehid edildi.83
Benî Müstalıklardan esir alınanlar 200 kadardı. Bir çok deve, sığır ve davar da ganimet alındı. Ganimet malları bir araya toplandı. Usûlüne göre taksim edildi. Esirler ise mücahidler arasında bölüştürüldü.
Müreysi Kuyusu mevkiinde çarpışma vuku bulduğu için bu gazâ, Müreysi Gazâsı adıyla da zikredilir.84



Münafıkların Bir Tertibi

Müreysi zaferi kazanıldıktan sonra, Peygamber Efendimiz, mücahidlerle burada bir kaç gün istirahat edip beklemeyi uygun bulmuşlardı. Önceden de bahsettiğimiz gibi, bu gazâya çok sayıda münafık katılmıştı.85 Hattâ bazı kaynaklara göre, o zamana kadar münafıkların, hiç bir gazâya bu derece ilgi gösterdikleri görülmemişti. Bu ilgileri ve fazla iştirakleri elbette sebepsiz değildi. Bir taraftan ganimete konmak, diğer taraftan gün geçtikçe saflarını sıklaştıran, çoğalan ve kuvvet kazanan Müslümanları, en küçük fırsatları dahi değerlendirerek birbirine düşürmek, aralarına fitne, fesad tohumu saçmak.
İşte bu bekleme esnasında, Hazreç Kabilesinden Benî Amr bin Avf'ın müttefiki olan Sinan bin Veber el-Cünenî ile Hz. Ömer'in Benî Gıfar'dan ücretle tuttuğu seyisi Cahcah arasında kuyu başında bir kavga çıktı. Cahcah, yumruk ve tokatlarla Sinan'ın yüzünü kanlar içinde bıraktı. Sinan ise feryadı basıp, "Yetişin Muhacirler, neredesiniz?" diye seslendi.86
Feryadları duyan Ensarla Muhacirler derhal toplandılar. Kılıçlarını sıyırdılar. Az kalsın büyük bir fitne kopacak, Müslümanlar birbirlerine gireceklerdi. Muhacirlerle Ensarın bazı ileri gelenleri, araya girip, yatıştırıcı konuşmalar yaptılar.
O sırada Resûl-i Ekrem Efendimiz, topluluğun bulunduğu yere geldi ve "Cahiliyye insanlarının dâvâsı mı güdülüyor? Nedir bu çığlıklar, bu feryadlar? Derdiniz nedir?" diye sordu.
Ashab, bir Muhacirin Ensardan birini tokatladığını söyleyince, "Bırakınız şu Cahiliyye âdet ve dâvâsını. Çünkü o, bir murdarlık, bir kötülüktür. Cahiliyye dâvâsını güden, kendini Cehenneme atmış olur"87 buyurdu.
Bunun üzerine Sinan, Cahcah üzerindeki hak ve dâvâsından vazgeçti. Bu esnada münafıkların reisi Abdullah bir Übeyy bin Selûl'un ortaya atıldığı görüldü. Zira, bu hâdise onun için ele geçmez bir fırsattı. Bunu bahâne ederek Müslümanların arasını bozabilirdi. Nitekim, "Ey Ensar! Bu Muhacirler, sayenizde kuvvet ve şöhrete nâil olmuşken, şimdi bize böylesine hakaretle muâmele ediyorlar" diye bağırdı.
Sonra şeytanî bir tavırla kavmine dönerek şöyle dedi:
"Bunları şehrinize getirip bir yer verdiniz, mal ve erzakınıza ortak yaptınız. Uğradığınız bu hakaretlere tek sebep yine sizsiniz.
"Vallahi, biz Medine'ye dönecek olursak en izzetli ve kuvvetli olan [kendisi ve etbâı] en zelil ve en zâif olanı [hâşâ Peygamberimiz ve Muhacirler] oradan sürüp çıkarılacaktır."88
Arkasından da bir sürü herzeler savurdu.
Orada bulunan genç Sahabî Hz. Zeyd bin Erkam, Abdullah bin Übeyy'in bu sözüne karşı çıktı, "Vallahi, kavminin içinde zelil ve menfur olan ancak sensin. Muhammed (a.s.m.) ise, Allah tarafından aziz kılınmıştır" dedi. Peygamberimize derhal durumu bildireceğini söyledi.
Başmünafık, bu sözler karşısında vaziyet değiştirerek, "Ey kardeşimin oğlu! Sus! Vallahi ben şaka yapmıştım"89 diyerek münafıklığını ortaya koydu.
Hz. Zeyd bin Erkam susmadı. Abdullah bin Übeyy'den işittiklerini olduğu gibi gelip Peygamber Efendimize haber verdi. Efendimizin rengi birden değişti. Yanında Hz. Ebû Bekir, Hz. Osman, Sa'd bin Ebî Vakkas, Muhammed bin Mesleme gibi Muhacir ve Ensardan zatlar bulunuyordu. Her şeye rağmen meseleyi tahkik etmeyi uygun buldu.
Hz. Zeyd'e, "Sakın, İbni Übeyy'e karşı kin ve düşmanlığından dolayı bunu söylemiş olmayasın?" buyurdu.
Hz. Zeyd (r.a.), "Hayır! Vallahi, bunları ondan işittim!" dedi.
Resûl-i Ekrem, tekrar, "Yanlış duymuş olamaz mısın?" diye sordu.
Hz. Zeyd, aynı şekilde bu sözleri münafıkların reisinden kelimesi kelimesine işittiğine dair ikinci defa Allah adına yemin etti.
Abdullah bin Übeyy'in bu sözleri sarfettiği orduda da duyuldu. Ensardan bazıları, "Kendi kavminin efendisi hakkında haksız isnadda bulundun" diyerek Hz. Zeyd bin Erkam'ı kınadılar. Zeyd onlara cevaben şöyle dedi:
"Vallahi, ben bu sözleri ondan işittim! Eğer bu sözleri babamdan dahi işitmiş olsaydım yine Resûlullaha gidip söylemekten asla geri durmazdım. Allah Teâla'nın, Peygamberine bu hususta vahiy indirip, kimin yalancı olduğunu bildireceğini ve Resûlullahın sözlerimi doğrulayacağını umarım" dedi.
Sonra da, "Allah'ım! Resûlüne, sözlerimi doğrulayacak vahyini indir"90 diye duâ etti.
O sırada Hz. Ömer, "Yâ Resûlallah! Müsâade buyur da şu münafığın boynunu vurayım! Eğer onu Muhacirlerden birinin öldürmesini uygun görmüyorsanız, Sa'd bin Muaz veya Muhammed bin Mesleme'ye emredin, onu öldürsünler!"91 dedi.
Resûl-i Ekrem, bu tekliften memnun kalmadığı gibi, cevabı da düşündürücü oldu:
"Eğer, ben onun öldürülmesine müsâade edersem, Medine eşrafından bir çoğunun gönlüne korku ve endişe düşer. Ayrıca işin iç yüzünü bilmeyen halk, 'Muhammed Ashabını öldürüyor' diye konuşmaya başladıkları zaman durum ne olur, biliyor musun?"92
Resûl-i Ekrem Efendimiz, günün en sıcak saati olmasına rağmen mücahidlerle derhal Medine'ye doğru yola çıkmalarını emretti. Halbuki, o güne kadar, böyle günün en sıcak saatinde yola çıktıkları görülmüş değildi.93
Resûl-i Ekrem Efendimiz, Abdullah bin Übeyy'i yanına çağırdı, "Bana ulaşmış olan sözleri sen mi söyledin?" diye sordu.
Başmünafık söylediklerini inkâr etti:
"Hayır! Sana kitabı indirmiş olan Allah'a yemin ederim ki, ben o sözlerin hiçbirini söylemedim. Zeyd, muhakkak bir yalancıdır" dedi.
Peygamber Efendimizin, günün sıcak saatinde ordusunu harekete geçirmesi, Müslümanlar arasında hayretle karşılandı. Ensarın ileri gelenlerinden Üseyd bin Hudayr, "Yâ Resûlallah! Bu saatte yola çıkmak uygun değildir. Sen, böyle zamanda yola hiç çıkmazdın" dedi.
Resûl-i Ekrem, "Adamınızın söylediğini duymadın mı?" buyurdu.
Üseyd bin Hudayr, "Hangi adam, yâ Resûlallah?" diye sordu.
Peygamber Efendimiz, "Abdullah bin Übeyy" dedi.
Üseyd bin Hudayr, "Ne söylemiş?" diye sordu.
Peygamber Efendimiz, "Medine'ye dönünce, en aziz ve kuvvetli olan, en zelil ve zaif olanı oradan muhakkak sürüp çıkaracaktır, demiş" dedi.
Üseyd bin Hudayr, "Yâ Resûlallah! İstersen, sen onu Medine'den sürüp çıkarırsın!
"Vallahi, zelil ve zâif olan odur. Aziz ve kuvvetli olan da sensin!
"Yâ Resûlallah! Sen, yine de ona rıfk ve şefkat ile muâmele buyur!
"Vallahi, Allah, seni bize getirdiği zaman, kavmi ona hükümdarlık tacı hazırlıyordu.
"O, elinden saltanatı senin çekip aldığını sanmaktadır" diye konuştu.94
Peygamber Efendimiz mücahidlerin Abdullah bin Übeyy'in söylediği sözlerle meşgul olmasını istemiyordu. Bunun için hareket emri verdiği günün sabahına kadar yola devam ettiler. Mücahidler son derece yorulmuşlardı. Güneşin sıcaklığı etrafı basınca konakladılar. Yorgunluk ve uykusuzluktan mecalleri kalmamıştı. Derhal uykuya daldılar.
Böylece Resûlullah Efendimiz, dedikodunun ordu arasında da büyümesine fırsat vermemiş oluyordu.
Resûl-i Ekrem Efendimiz, ordusuyla Bek'â mevkiinden hareket edeceği sırada şiddetli bir fırtına esti. Mücahidler korkup ürktüler. Gatafanların reisi Uyeyne bin Hısn'ın Medine'ye baskın yapmış olmasından endişe duydular. Zira, onunla yapılan anlaşma müddeti son bulmuştu.
Resûl-i Kibriyâ Efendimiz, "Size Uyeyne bin Hısn'dan bir zarar gelmez" dedi. Sonra da, "Korkmayınız! Bu fırtına, bir büyük kâfirin ölümü dolayısıyla esmektedir!" buyurdu.
Gerçek, Resûl-i Ekrem Efendimizin haber verdiği gibiydi. Medine'ye vardıklarında münafıklara arka çıkan Yahudî büyüklerinden Rifaâ bin Zeyd bin Tabut'un aynı gün ölmüş olduğunu öğrendiler.95 Bu adam, Peygamberimiz ve İslâmın azılı düşmanlarından biri idi.



Hz. Abdullah'ın Teklifi

Kaderin cilvesi bu; baba Übeyy, nifakın reisliğini yaparken, oğul Abdullah, İslâmı fevkalâde bir ciddiyet ve ittikâ içinde yaşayan halis bir Müslümandı. Babasının sözlerini duyunca, Resûl-i Ekremin huzuruna çıktı, "Yâ Resûlallah," dedi, "babamla aranızda geçen hadiseyi işittim. Onu öldürmek istediğinizi haber aldım. Eğer bu işi muhakkak yapacaksanız, bana emir buyurunuz, şu anda gidip başını huzurunuza getireyim. Bütün Hazreçliler bilirler ki, babama pek ziyade muhabbetim vardır. Onun öldürülmesini başkasına havale ederseniz, ihtimal ki, o adama karşı nefsimde bir düşmanlık meydana gelir ve bir kafire karşı bir mü'mini öldürerek Cehenneme müstahak olurum!"
Sahabîdeki îmân işte böylesine kuvvetli idi. Resûlullah ve Müslümanlara hakaret eden babasının başını kesecek kadar!
Resûl-i Ekrem; verdiği cevapla bu kahraman Sahabîyi şöyle teselli etti:
"Ey Abdullah! Babanı öldürmeyi istemedim. Hiç kimseyi de onu öldürmekle vazifelendirmedim. Aramızda yaşadıkça ona iyi davranınız!"96
İslâm ordusu Medine'ye yaklaşmıştı. Akik denilen vadide Hz. Abdullah atından indi. Babası Abdullah bin Übeyy'in önünü kesti. Devesini ıhdırıp çöktürdü ve, "İzzet ve kuvvetin, Allah ve Resûlüne ait olduğunu söylemedikçe, seni asla bırakmayacağım" dedi.
Başmünafık birden şaşkına döndü. Bu sözleri hiddeti hiddetli söyleyen, oğlu Abdullah idi. Bunu nasıl yapabilirdi? Îmân etmiş gibi görünen münafık, elbette gerçek bir îmânın insana neler yaptırabileceğini bilemezdi.
Oğluna, "Demek, sen, bu kadar insanlar arasında beni Medine'ye sokmayacaksın, öyle mi?" dedi.
Hz. Abdullah, "Evet," dedi, "bugün insanlar arasında, en aziz kimdir, en zelil kimdir, sana öğretmeden seni asla bırakmayacağım. Hattâ izzet ve şerefin Allah ve Resûlüne ait olduğunu burada itiraf ve ikrar etmezsen, boynunu vururum."
Başmünafık, Hz. Abdullah'ın sözlerinde kararlı olduğunu anlayınca mecburen, "Ben, şehadet ederim ki, izzet ve kuvvet, Allah'a, Resûlüne ve mü'minlere âittir" dedi.
Hâdiseyi duyan Resûl-i Ekrem Efendimiz, Hz. Abdullah'a, "Allah, seni, Resûlünden ve mü'minlerden dolayı hayırla mükâfatlandırsın" diyerek duâ etti ve babasını serbest bırakmasını da kendisine emretti.97
Resûl-i Ekrem Efendimiz, yirmi sekiz gün sonra Ramazan hilâli doğduğu zaman ordusuyla Medine'ye geri döndü.98



Münâfıklar Hakkında Müstakil Sûre İnmesi

Bütün bu olup bitenlerden sonra, başmünafık Abdullah bin Übeyy bin Selûl ile diğer münafıklar hakkında müstakil bir Sûre nazil oldu. Sûrede meâlen münafıkların vasıflarından şöyle bahsediliyordu:
"Münâfıklar sana geldiklerinde 'Şehâdet ederiz ki şüphesiz sen Allah'ın Resûlüsün' dediler. Allah bilir ki sen elbette Onun Resûlüsün. Münâfıkların yalancı olduklarına da Allah şâhittir.
"Onlar yeminlerini bir kalkan olarak kullanıp halkı Allah'ın yolundan saptırdılar. Bu yaptıkları ne kötü bir şeydir!
"Çünkü onlar önce îmân etmiş, sonra da kâfir olmuşlar, bu yüzden kalbleri mühürlenmiştir. Artık hakkı anlayamazlar.
"Onları gördüğünde cüsseleri hoşuna gider. Konuştuklarında sözlerine kulak verirsin. Onlar elbise giydirilmiş odun gibidir. Her gürültüyü aleyhlerine sanırlar. Onlar düşmanın tâ kendisidir; onlardan sakın. Allah onları kahretsin; nasıl da haktan yüzleri çevriliyor!"99
Sûrenin daha sonraki âyetlerinde ise, Abdullah bin Übeyy'in sarfettiği sözlerden bahsediliyor ve meâlen şöyle deniliyordu:
"Onlar, 'Allah Resûlünün yanındakilere birşey vermeyin ki dağılıp gitsinler' diyen kimselerdir. Halbuki göklerin ve yerin hazineleri Allah'ındır; lâkin münâfıklar bunu anlayamazlar.
"'Eğer Medine'ye dönersek, üstün ve şerefli olanlar, hor ve hâkir olanları oradan çıkaracaktır.' diyorlar. Halbuki şeref ve üstünlük Allah'a, Resûlüne ve mü'minlere âittir; lâkin münâfıklar bunu bilmezler."100
Bu âyetler nâzil olup, münâfıkların yalancıların tâ kendileri oldukları haber verilince, Resûl-i Ekrem Efendimiz Hz. Zeyd bin Erkam'ı huzuruna çağırdı. Kulağından tuttu ve, "İşte, Allah yolunda kulağıyla vazifesini yerine getirmiş olan genç budur!" buyurdu.
Sonra da, "Ey Zeyd! Allah, seni tasdik etti" dedi.101

76. Tabakât, 2:63.
77. İnsanü'l-Uyûn, 2:584.
78. Tabakât, 2:63.
79. A.g.e., 2:63.
80. Megazî, 1:406.
81. İbn-i Kesîr, Sîre, 3:298.
82. Tabakât, 2:64.
83. Sîre, 3:302; Tabakât, 2:64.
84. Sîre, 3:302.
85. Tabakât, 2:63.
86. Sîre, 3:303.
87. Buharî, 4:160.
88. Sîre, 3:303.
89. İnsanü'l-Uyûn, 2:597.
90. Vakidî, 2:417.
91. Taberî, 28:114.
92. Sîre, 3:303.
93. A.g.e., 3:303.
94. Sîre, 3:304.
95. Sîre, 3:304.
96. A.g.e., 3:305.
97. Tabakât, 2:65.
98. Tabakât, 2:65.
99. Münafıkın Sûresi, 1-4.
100. Münafıkın Sûresi, 7-8.
101. Sîre, 3:305.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
80 - 85 EFENDİMİZİN S.A.V HAYATI
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» 1 - RESÛL-İ EKREM EFENDİMİZİN PÂK NESEBLERİ (EFENDİMİZİN S.A.V.HAYATI)
» 96 - 100 EFENDİMİZİN S.A.V HAYATI
» 128 - 135 EFENDİMİZİN S.A.V HAYATI

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
buharalıbilvanisli.com :: Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v) :: Peygamberimizin Hayatı-
Buraya geçin: