Varlıktaki her şey, yüce Allah'ın kudretinin eseridir. Her şeyin sahibi olan, elbette ki her şeyi yaratacak bir güce sahiptir. O halde Allah, her şeye güç yetirendir. Evreni bu mükemmel düzen ve uyumuyla birlikte yaratan, olabilecek yaratılış alternatifleri arasından bunu seçen, bu muhtemel alternatiflerin tamamım içeren bir ilme ve özgür bir iradeye sahiptir. Sonsuz bir kudret, tamamen bağımsız irade ve sonsuz bir ilme sahip olan, zorunlu olarak mükemmel bir hikmet ve adalete de sahiptir.
Kader konusu, yaptığımız bu girişten de anlaşılacağı üzere Allah'ın her şeye güç yetiren kudretini, her şeyi kapsayan ilmini, tamamen özgür olan iradesini, üstün hikmet ve mükemmel adaletini ilgilendirir.[134]
İslam düşünce tarihinde kader konusuyla ilgili üç temel eörüş ileri sürülmüştür:
Cebriye olarak bilinen eğilime göre insan, önceden belirlenmiş kaderinin mahkûmudur. Tıpkı esen rüzgârın önündeki hafif bir tüy gibi, rüzgârın estiği yöne doğru yönlenir. İnsanın herhangi bir iradesi yoktur. Kaderinde ne yazılmış ise, onu yapmak mecburiyetindedir.
Bu görüşün ortaya çıkmasında sosyal sebepler olmakla birlikte görüş sahipleri, Allah'ın kudret ve iradesinin mutlakhğını ifade eden nassları esas alırlar. Ayrıca, Allah'ın adaletini ve hikmetini göz ardı ettikleri gibi insanın irade ve seçimini ifade eden nasslan da görmezlikten gelmişlerdir.
İnsanların böyle bir görüşe varmalarında önemli etkenlerden biri, zalim yönetimler ya da sosyal problemler alanda ezilmeleri ve içinde bulundukları durumu aşma konusunda kendilerinde güç bulamamalarıdır
Etkenlerden bir diğeri ise, ahlâk konusunu ilgilendirir. Günah ve ahlâksızlık batağına düşenler, suçlarını kadere yüklemek için böyle bir görüşe yönelirler.
ikinci görüş, Mutezile olarak adlandırılan ve insanın mutlak bir hürriyete sahip olduğunu ileri sürenlerin görüşüdür. Onlara göre, mümkün olan alternatifler içerisinde insan mutlak bir hürriyete sahiptir. Genelde problemlerini çözmüş ve kendilerinden son derece emin olan toplumlarda yaygınlaşan bir görüştür bu. Nitekim bu görüşün Müslümanlar arasında yaygınlık kazandığı asırlar, Müslümanların güçlü oldukları dönemlerdir.
Üçüncü görüş ise, Ehl-i Sünnet'in görüşüdür ki, yukarıdaki iki görüş arasında orta bir yol izlemiştir. Buna göre, amellerin sebebi, insana verilen cüz'i iradeye, o amellerin yaratılışı ise, Allah'a aittir. Bununla birlikte Ehl-i Sünnet içerisinde Cebriyeye yakın görüşte olanlar olduğu gibi Mutezile'ye yakın görüşte olanlar da vardır.
Bu farklı bakış açıları sadece İslam düşüncesine has değildir. Diğer din mensuplarıyla filozofların da buna paralel bakış açıları vardır. Yukarıda da değindiğimiz gibi kadere farklı bakış, toplumların sosyal yapılarıyla da yakından ilgilidir. Hatta bir bireyin durumundaki 5osyal veya biyolojik farklılıklar bile, o bireyin kader konusuna bakışını etkileyebilmektedir. Genelde bireyler genç, sağlıklı ve imkânlara sahip oldukları dönemlerde hürriyetçi, yaşlandıklarında ya da sağlıklarını ve imkânlarını yitirdiklerinde cebriyeci bir anlayışa doğru yönelirler. Kur'an-ı Kerim, toplumların ve kişilerin konumlarına paralel olarak çizdikleri bu zikzakları orta bir noktada tutma çabası içerisindedir.
Konunun ayrıntılarına girmeden önce şunu belirtelim ki, konuyu incelerken, klişeleşmiş ifadelerden mümkün mertebe kaçınmaya gayret ettik, ilgili âyetlerin yorumuyla yetinmeye ve farklı kelam ekollerinin girdikleri tartışmalara girmemeye çalıştık. Yorum yaparken de âyetlerin anlam ve muhtevalarından uzaklaşmamaya çalıştık.
Kader inancının, bir prensip şeklinde Kur'an'da yer almadığını fakat kader'i içeren âyetlerin var olduğuna daha önce dikkat çekmiştik. Kuşkusuz kaderin bir prensip şeklinde yer almamış olması, ona inanılmamasını gerektirmez. Bilakis mü'min, âyet âyet Kur'an'da yer alan her hususa inanır. Kaldı ki kader konusu birçok âyette yer almaktadır. Belki de bir prensip şeklinde yer almaması, bütünüyle Allah'ın ilim sıfatının çerçevesi İçerisinde olması sebebiyledir. Allah'ın ilim sıfatının bir alt başlığı olması nedeniyle Allah'a İman konusundan sonra Kader konusunu incelemeyi uygun gördük. Kadere iman etmek, Allah'a iman etmeye dayalı ve onun tamamlayıcısı durumunda olan bir inançtır. Kur'an-ı Kerim'de bir prensip şeklinde yer almamasının başka nedenleri de olabilir. Bizim burada yaptığımız, bir vakıayı tespit etmekten ibarettir.
Kelam ilmiyle uğraşanlar, Allah'ın tekvini ve teşriî olmak üzere iki iradesinin bulunduğunu söylerler. Tekvini irade, Allah'ın yaratmasıyla, teşriî irade ise, uysunlar diye insanlara gönderdiği talimatla ilgilidir. Tekvin! irade, uyulması zorunlu olanıdır. Teşriî irade karşısında ise, insanlar tamamen özgür bırakılmışlardır. Buna uymak onların seçimi çerçevesindedir. Bu anlamda üç tür kader vardır: Zorunlu olan kader, karşısında insanların özgür oldukları kader ve bir de bu ikisi arasında yer alan; bir yönüyle zorunluluğu, bir yönüyle de insanın özgürlüğünü ilgilendiren kader.
İnsan, ne zaman ve nerede dünyaya geleceğini, hangi baba ve anneden doğacağını, ne zaman ve nerede öleceğini, hangi milletten olacağını; zenci mi, beyaz mı; çirkin mi, yakışıklı mı olacağını seçmez. Bu, zorunlu bir kaderdir:
"Şüphesiz ki ne yerde, ne de gökte hiçbir şey Allah'a gizli kalmaz. Rahimlerde sizi dilediği gibi şekillendiren O'-dur. O'ndan başka ilah yoktur. O, mutlak güç ve hikmet sahibidir.[135]
Aynı şekilde doğduktan sonra ben bebek olarak kalacağım, büyümeyeceğim ya da ölmeyeceğirrudeme hürriyetine sahip değildir. Soğuğu soğuk olarak, sıcağı sıcak olarak hisseder. Buna karşı koyma özgürlüğüne sahip değildir. Bu ve benzeri durumlar zorunlu kaderdir. Bu anlamdaki kaderle ilgili olarak yine şöyle buyu-rulmaktadır:
"Rabb'in, dilediğini yaratır ve seçer. Onların seçim hakkı yoktur. Allah, onların ortak koştuklarından münezzehtir ve şanı yücedir. Rabb'in, onların, sinelerinde gizlediklerini de, açığa vurduklarını da bilir. İşte O, Allah'tır. Ondan başka tanrı yoktur. îlkinde de, sonunda da hamd O'nundur, hüküm O'nundur. Ve ancak O'na döndürüleceksiniz."[136]
"O'nun işi, bir şey yaratmak istediği vakit sadece 'oV demektir ve o şey derhal var olur."[137]
Bu arada şunu belirtelim ki, Cebriyeci anlayışı benimseyenler, bu konuyla ilgili âyetleri, hayatın her alanına genelleştirerek görüşlerini desteklemeye çalışırlar.
İkinci çeşit kaderde durum böyle değildir. Burada insanın iradesi ve hürriyeti esastır. İnanç seçme, ahlâka taalluk eden konular; günlük davranışlarımız bu çerçevededir. Burada Allah tarafından herhangi bir baskı söz konusu değildir. "De ki: Hak, Rabb'inizdendir, dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin."[138]
Mutezilî anlayışı benimseyenler, bu alanla ilgili âyetleri esas alır ve onları hayatın her alanına genelleştirmeye çalışırlar.
Üçüncü çeşit kadere gelince, bir yönüyle zorunludur, insanın onun üzerinde herhangi bir etkisi yoktur. ncak oluşumundan sonra insanın iradesini ilgilendiren bir yönü de vardır. Kaderin bu çeşidi, insanın kendisinden kaynaklanmayan musibetlerle iyiliklerdir. Durup dururken insan bir musibete uğrayabilir ya da bir mükâfata kavuşabilir. Bu yönüyle tamamen zorunludur.
Ancak, onunla karşılaştıktan sonra insanın iradesi devreye girer; musibete katlanıp sabredecek mi, etmeyecek mi? Gelen mükâfata şükredecek mi, yoksa nankörlük
mü edecek? Çünkü hayatın tamamı; insanın başına gelen musibetleriyle, karşılaştığı başarılarıyla birlikte bir imtihandır:
"Her canlı, ölümü tadacaktır. Bir deneme olarak sizi hayırla da şerle de imtihan edeceğiz. Ve siz, ancak bize döndürüleceksiniz"[139]